sentences
sequencelengths 35
35
| labels
sequencelengths 35
35
|
|---|---|
[
"O zaman 28 Şubat neden yapıldı? \r\n \r\n\r\n \r\nMİLLİ Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'a şu soruyu sormak istiyorum: \r\n\r\n- Avrupa Biliği'ne alternatif olarak Türkiye'nin İran'la bir eksende bulunma arayışı içinde olması gerekiyorsa o zaman bunu gerçekleştirmek isteyen Erbakan ve Refahyol hükümetine karşı neden 28 Şubat yapıldı?\r\n\r\nAnımsanacağı gibi, Erbakan 1996'da Tansu Çiller ile hükümet kurar kurmaz başbakan olarak ilk dış gezisini İran'a yapmıştı.\r\n\r\nBaşta Silahlı Kuvvetler olmak üzere devletin bütün kurumlardan ve halkın büyük bölümünden sert tepkiler almıştı. \r\n\r\nRefah Partisi liderinin bu gezisi, devletin temel dış politikasında köklü bir değişiklik niyeti olarak yorumlanmıştı. \r\n\r\n28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında asker üyelerin bastırması sonucunda laik demokratik cumhuriyete tehlike oluşturan irtica olaylarına karşı bir dizi önlemler alındı. \r\n\r\nBu önlemlerin zaman yitirilmeden Refahyol hükümeti tarafından yürürlüğe sokulması istendi. \r\n\r\nBu kararların alınmasına Refahyol hükümetinin irticaya ödün veren icraatı neden olmuştu. \r\n\r\nİran gezisi de bunlardan biriydi. \r\n\r\n* * *\r\n\r\n28 Şubat'a en fazla sahip çıkan kurum da Türk Silahlı Kuvvetleri'ydi. \r\n\r\nŞimdi ne değişti de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir orgenerali Avrupa Birliği'ne karşı İran'la aynı ekseni paylaşmamız gerektiğini önerdi? \r\n\r\nAvrupa Birliği bu kadar mı büyük bir tehlike oluşturuyor Türkiye için?\r\n\r\nİran, bilindiği gibi siyasi İslam modelini uygulayan ve bunu başta Müslüman ülkeler olmak üzere tüm dünyaya ihraç etmeyi hayal eden bir molla rejimidir. \r\n\r\nMollaların yıkmak için kafalarındaki en büyük hedefin de laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bütün dünya biliyor. \r\n\r\nTürkiye'nin yüzünü Batı'ya dönmesi ve onunla bütünleşme çabaları en fazla İran rejimini rahatsız etmiyor mu?\r\n\r\nOrgeneral Tuncer Kılınç'ın bunları bilmemesi düşünülemez. \r\n\r\nO zaman komutanın önerdiği Rusya-Türkiye-İran ekseni neyin nesidir?\r\n\r\nBu yaklaşım hiçbir mantığa oturmamaktadır. \r\n\r\n(Kuşkusuz Türkiye İran ve Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır. Ona kimse karşı çıkamaz. O başka.) \r\n\r\n* * *\r\n\r\nAslında Türkiye'nin artık Avrupa Birliği'ne girip girmemeyi tartışmaması gerekir. Çünkü geldiğimiz nokta bunun çok ötesindedir. \r\n\r\nTürkiye aday bir ülkedir. \r\n\r\nÖnümüzdeki günlerde de tam üyelik görüşmelerine başlama sürecine girilecek veya Avrupa sevdasından vazgeçilecektir. \r\n\r\nBu kadar kritik bir noktadayız.\r\n\r\nHálá girelim mi, girmeyelim mi tartışmaları hiçbir anlam taşımaz. \r\n\r\nAyrıca Avrupa Birliği'nin hiçbir ülkeyi zorla üye yapmak gibi bir derdi de yoktur. \r\n\r\nBirlik, kriterlerini, koşullarını belirlemiş, üye olmak isteyenlerin bunlara uyması gerektiğini açıklamıştır. \r\n\r\nTürkiye bu koşulları yıllardan beri görüşüp, aşama aşama karara bağlayıp bugünlere gelmiştir. \r\n\r\nHenüz tam üyelik görüşmeleri de başlamış değildir. Daha önümüzde uzun, çetin, engellerle dolu bir pazarlık dönemi vardır. \r\n\r\n40 yıllık süreç bir kenara bırakılıp, Rusya-Türkiye-İran ekseni işte böyle bir dönemde ortaya atılmaktadır. \r\n\r\nHem de İran rejimine en fazla tepki gösteren, 28 Şubat kararlarının mimarı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir generali tarafından. \r\n \r\n",
"O zaman 28 Şubat neden yapıldı? \r\n \r\n\r\n \r\nMİLLİ Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'a şu soruyu sormak istiyorum: \r\n\r\n- Avrupa Biliği'ne alternatif olarak Türkiye'nin İran'la bir eksende bulunma arayışı içinde olması gerekiyorsa o zaman bunu gerçekleştirmek isteyen Erbakan ve Refahyol hükümetine karşı neden 28 Şubat yapıldı?\r\n\r\nAnımsanacağı gibi, Erbakan 1996'da Tansu Çiller ile hükümet kurar kurmaz başbakan olarak ilk dış gezisini İran'a yapmıştı.\r\n\r\nBaşta Silahlı Kuvvetler olmak üzere devletin bütün kurumlardan ve halkın büyük bölümünden sert tepkiler almıştı. \r\n\r\nRefah Partisi liderinin bu gezisi, devletin temel dış politikasında köklü bir değişiklik niyeti olarak yorumlanmıştı. \r\n\r\n28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında asker üyelerin bastırması sonucunda laik demokratik cumhuriyete tehlike oluşturan irtica olaylarına karşı bir dizi önlemler alındı. \r\n\r\nBu önlemlerin zaman yitirilmeden Refahyol hükümeti tarafından yürürlüğe sokulması istendi. \r\n\r\nBu kararların alınmasına Refahyol hükümetinin irticaya ödün veren icraatı neden olmuştu. \r\n\r\nİran gezisi de bunlardan biriydi. \r\n\r\n* * *\r\n\r\n28 Şubat'a en fazla sahip çıkan kurum da Türk Silahlı Kuvvetleri'ydi. \r\n\r\nŞimdi ne değişti de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir orgenerali Avrupa Birliği'ne karşı İran'la aynı ekseni paylaşmamız gerektiğini önerdi? \r\n\r\nAvrupa Birliği bu kadar mı büyük bir tehlike oluşturuyor Türkiye için?\r\n\r\nİran, bilindiği gibi siyasi İslam modelini uygulayan ve bunu başta Müslüman ülkeler olmak üzere tüm dünyaya ihraç etmeyi hayal eden bir molla rejimidir. \r\n\r\nMollaların yıkmak için kafalarındaki en büyük hedefin de laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bütün dünya biliyor. \r\n\r\nTürkiye'nin yüzünü Batı'ya dönmesi ve onunla bütünleşme çabaları en fazla İran rejimini rahatsız etmiyor mu?\r\n\r\nOrgeneral Tuncer Kılınç'ın bunları bilmemesi düşünülemez. \r\n\r\nO zaman komutanın önerdiği Rusya-Türkiye-İran ekseni neyin nesidir?\r\n\r\nBu yaklaşım hiçbir mantığa oturmamaktadır. \r\n\r\n(Kuşkusuz Türkiye İran ve Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır. Ona kimse karşı çıkamaz. O başka.) \r\n\r\n* * *\r\n\r\nAslında Türkiye'nin artık Avrupa Birliği'ne girip girmemeyi tartışmaması gerekir. Çünkü geldiğimiz nokta bunun çok ötesindedir. \r\n\r\nTürkiye aday bir ülkedir. \r\n\r\nÖnümüzdeki günlerde de tam üyelik görüşmelerine başlama sürecine girilecek veya Avrupa sevdasından vazgeçilecektir. \r\n\r\nBu kadar kritik bir noktadayız.\r\n\r\nHálá girelim mi, girmeyelim mi tartışmaları hiçbir anlam taşımaz. \r\n\r\nAyrıca Avrupa Birliği'nin hiçbir ülkeyi zorla üye yapmak gibi bir derdi de yoktur. \r\n\r\nBirlik, kriterlerini, koşullarını belirlemiş, üye olmak isteyenlerin bunlara uyması gerektiğini açıklamıştır. \r\n\r\nTürkiye bu koşulları yıllardan beri görüşüp, aşama aşama karara bağlayıp bugünlere gelmiştir. \r\n\r\nHenüz tam üyelik görüşmeleri de başlamış değildir. Daha önümüzde uzun, çetin, engellerle dolu bir pazarlık dönemi vardır. \r\n\r\n40 yıllık süreç bir kenara bırakılıp, Rusya-Türkiye-İran ekseni işte böyle bir dönemde ortaya atılmaktadır. \r\n\r\nHem de İran rejimine en fazla tepki gösteren, 28 Şubat kararlarının mimarı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir generali tarafından. \r\n \r\n",
"Cumhuriyetin en kritik yerel seçimi \r\nMURAT Karayalçın CHP Genel Başkanı Baykal'a solda işbirliği için teklif götürdüğünde Baykal'ın ilginç teklifiyle karşılaştı. \r\n\r\nGörüşmede Karayalçın, DSP ile CHP dışındaki 8 sol partinin anlaştıklarını, CHP'nin de bu işbirliğine katılmasını istedi.\r\n\r\nBaykal CHP'nin ancak sosyal demokrat partilerle işbirliği yapabileceğini, özellikle DEHAP'a sıcak bakmadığını söyledi.\r\n\r\nSosyal demokrat partiler arasında da işbirliği girişimleri olmuş ancak Ecevit yanaşmadığı için bu gerçekleşememişti. \r\n\r\nBuna rağmen Karayalçın İtalya'dan örnek vererek bugünkü koşullarda tüm solun işbirliği yapması gerektiği konusunda ısrarlı olduklarını belirtti.\r\n\r\nBunun üzerine Baykal, Karayalçın'a şöyle bir öneride bulundu:\r\n\r\nBu söylediğini gerçekleştirmek çok zor. Onun için daha geçerli yollar aramak gerekir. Sen gel bizim Ankara belediye başkanı adayımız ol.\r\n\r\nKarayalçın teşekkür etti ama bu teklifi kabul edemeyeceğini, çünkü arkadaşlarını ortada bırakamayacağını söyledi.\r\n\r\nBöylece Baykal-Karayalçın görüşmesinden bir sonuç alınamadı.\r\n\r\nÖnceki gün bu kez Karayalçın ile Bülent Tanla bir araya geldi ama yine aynı nedenlerden dolayı bir anlaşma noktası bulunamadı.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nHalk AKP'ye karşı solda işbirliği istiyor, bunun yararlı olacağına inanıyor. \r\n\r\nAma işbirliği isteyenlerin de DEHAP'a, CHP gibi sıcak bakmadığı biliniyor.\r\n\r\nErdal İnönü döneminde yapılan işbirliğinin ne sonuçlar verdiğini hep birlikte yaşadık. \r\n\r\nO nedenle Baykal'ın Karayalçın'a yaptığı teklif, bana göre de çok daha gerçekçi. \r\n\r\nEğer solda bir işbirliği zorunluysa bunun solun en büyük partisi CHP'nin şemsiyesi altında olması kaçınılmazdır. (Bunu Karayalçın da kabul ediyor. Ama nedense gereğini yapmıyor.) \r\n\r\nBurada bir örnek vermek istiyorum.\r\n\r\nEcevit İzmir belediye başkanlığı için Yüksel Çakmur'a öneride bulundu.\r\n\r\nÇakmur bunu kabul etmedi ve gerekçesini şöyle açıkladı:\r\n\r\nBirlikteliğe, bütünleşmeye en çok ihtiyaç olan bir ortamda bu denli bölünme hoş görülemez. Maalesef sosyal demokratların bölünme kronik hastalığı sürmektedir. Koltuk mücadelesi yapmanın yanlış olacağına inandığımdan, tüm çabalarıma rağmen birliktelik, bütünleşme sağlanamadığından aday olamayacağımı açıklıyorum.\r\n\r\nYılların politikacısı Çakmur'un bu davranışını saygıyla karşılamamak mümkün değil. \r\n\r\nSolda herkesin bu bilinç ve sorumluluk için hareket etmesi gerekir.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nSolda ve sağda işbirliği olamadığına göre yerel seçimlerde AKP karşıtı oyların bölüneceği, bundan da Tayyip Bey'in partisinin kazançlı çıkacağı kesin. \r\n\r\nBelediyelerin büyük bölümünü iktidar çok az oy farkı ile de olsa alacak. \r\n\r\nBen AKP'ye oy vermeyen insanların bilinçli bir şekilde bazı adaylar üzerinde birleşebileceğine pek olasılık tanımıyorum.\r\n\r\nAKP kamuoyu yoklamalarındaki gibi belediye başkanlıklarını siler süpürürse, rejim ciddi şekilde sıkıntıya düşer. Bunu herkes bilsin. \r\n\r\nÇünkü merkezden sonra yerel yönetimlerde de çok güçlü hale gelen AKP'yi denetleyebilmek, gerektiğinde frenlemek kolay değil.\r\n\r\nBöyle bir durum AKP'nin de zararına olur. \r\n",
"Çekilin artık kamera karşısından \r\nHER kar yağışında böyle olur. İstanbullular hep birlikte aynı tiyatroyu oynarlar. \r\n\r\nVatandaşlar yolları tıkamak için her şeyi yaparlar. \r\n\r\nGünlük güneşlik havada bile doğru dürüst araç kullanamayanlar karda direksiyon başına geçip olmadık gösteriler yapmaya kalkarlar. \r\n\r\nHemen hiç kimse kar lastiği, zincir kullanmaz. Kayıp bir başka araca ya da yolun korkuluklarına bindirirler ve yolu tıkarlar. \r\n\r\nBazıları da uyanıklık yapıp ters yola girerler. \r\n\r\nKimilerinin de benzinleri bittiği için yolda kalırlar. \r\n\r\nÇoğunlukla belediye ekipleri tam siper olurlar. \r\n\r\nTrafikçiler de öyle... \r\n\r\nKarayolları ekipleri ise Kent içi yollar beni ilgilendirmez diye üslerinden çıkmazlar. \r\n\r\nİstanbul'u yönetenler ne yapar? \r\n\r\nOnların hiç değişmeyen işleri vardır. Onlar kanal kanal dolaşıp alınan sanal önlemleri ballandıra ballandıra anlatırlar. \r\n\r\nHalkı soğukkanlı hareket etmeye çağırır, her şeyin kontrol altında olduğunu söylerler.\r\n\r\n(Uygar ülkelerde bu işi yöneticilerin görevlendirdiği sözcüler yapar. Belli aralıklarla bu sözcü basına açıklamalar yapıp bilgi verir.)\r\n\r\nOysa yetkililerin TV'lerde açıklama yaptığı saatlerde A Planı, B Planı, C Planı diye sundukları önlemlerin tümü iflas etmiş, halk sokaklarda perişan olmuştur.\r\n\r\nKent de Allah'a emanet edilmiştir. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nBen bu tiyatroyu gazeteci olarak tam 35 yıldır seyrederim. \r\n\r\nHiçbir şey değişmez, bir sonraki karda yine aynı facia yaşanır. \r\n\r\nBizim taşrada görevli gazeteci arkadaşlar da bizim çektiğimiz bu çileyi hiç ciddiye almazlar. \r\n\r\nİstanbul'a kar yağınca ortalığı birbirine katar, tam sayfa yaparsınız. Tüm Anadolu'yu kar kaplasa, sel götürse tek sütun verirsiniz.\r\n\r\nBu eleştiriler haksız değildir. Biz İstanbul'dakiler de bu yakınmalara hep aynı yanıtı veririz:\r\n\r\nUnutmayın ateş düştüğü yeri yakar. Bir kar yağdığında İstanbul'da olursanız felaketin ne kadar büyük olduğunu görürsünüz. \r\n\r\nİstanbul'un bir kötü yanı vardır, o da felaket bastırdığı gibi çabucak yok oluverir.\r\n\r\nYa lodos eser, ya da yağış yağmura dönüşür, karlar eriyiverir. \r\n\r\nİstanbul'da hem yönetenler, hem de yönetilenler yaşadıkları felaketi bir sonraki kara kadar unutup giderler.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nŞurası bir gerçek ki İstanbul bir mega kent olarak bu tip afetlere hazır değil.\r\n\r\nAltyapı felaket. \r\n\r\nBu tip olaylarda hemen elektrikler gider. Elektrik gidince kaloriferler yanmaz, sular akmaz. \r\n\r\nİşte o zaman da yaşam durur. \r\n\r\nKurumlar arasında bir bağlantı olmadığı için işler sarpa sarar. \r\n\r\nHer kurum bir şeyler yapar, ama birbirlerinden haberi olmadığı için hiçbirinin yaptığı bir işe yaramaz. \r\n\r\nİnsanlar kábus dolu saatler yaşamak zorunda kalır. \r\n\r\nSonuçta halk yöneticiden, yönetici de halktan şikáyet eder. Feryatlar birbirine karışır. \r\n\r\nSonra bir dahaki karda açılmak üzere perde iner. \r\n",
"Lorant'ın heyecan veren hedefi \r\n \r\n\r\n \r\nFENERBAHÇE'nin teknik yöneticisi Werner Lorant'ın önceki gün yaptığı basın toplantısında söylediği bir cümle beni çok heyecanlandırdı.\r\n\r\nMutlaka sizin de dikkatinizi çekmiş, yüreğinizde kıpırtılar yaratmıştır.\r\n\r\nLorant dünya çapında bir takım kurmak, hem lig şampiyonluğunu hem de kupayı kazanmak istediğini söyledikten sonra şöyle dedi:\r\n\r\n- Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray'la finali oynamak istiyorum.\r\n\r\nBu hedefin beni heyecanlandırmasının nedeni, iki Türk takımını kapsaması.\r\n\r\nDüşünün, böyle bir hedef gerçekleştiği zaman Avrupa'nın en büyüğü iki Türk takımı olacak.\r\n\r\nNe muhteşem, ne gurur verici bir olay olur bu Türkiye için.\r\n\r\nBüyük hedefler işte bunun için heyecanlandırıyor insanı.\r\n\r\nLorant'ı kutluyorum...\r\n\r\nTürkiye ve Türk futbolu için hiçbir yerli ve yabancı teknik direktörün öngöremediği kadar büyük bir hedefi ortaya koyuyor.\r\n\r\nBu hedef kesinlikle bir düş olarak kabul edilmemeli. \r\n\r\nÇünkü hem Fenerbahçe, hem Galatasaray bu yıl öyle bir rekabet içinde olacaklar ki, bu hedefi her ikisi de rahatlıkla yakalayabilir.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nÇok değil, beş yıl öncesine gidelim...\r\n\r\nO yıllarda Türkiye'ye gelen bir yabancı teknik adamın bırakın böyle bir hedefi ortaya koymayı, ağzına almak bile aklına gelmezdi.\r\n\r\nAma Alman teknik adam, bugün böyle bir hedefi kapılar arkasında söylemiyor, milyonlarca insanın izlediği basın toplantısında kameralar önünde açıklıyor.\r\n\r\nDemek ki bu heyecan verici hedefe inanıyor.\r\n\r\nİşte bu sözler, Türk futbolunun bugün geldiği noktayı göstermesi bakımından da çok önemli.\r\n\r\nHem Fenerbahçe, hem Galatasaray çok rahat bir şekilde Avrupa'da finali oynayabilirler.\r\n\r\nAvrupa futbolu inişte, Türk futbolu ise yükselişte.\r\n\r\nAynı büyük hedefin Milli Takım'ımız tarafından da benimsenmesi gerekir.\r\n\r\nŞenol Güneş ve öğrencileri, kesinlikle dünya şampiyonluğu için Güney Kore'ye uçmalılar.\r\n\r\nEğer bu hedefe yürekten inanırlarsa dünya şampiyonasında kupaya uzanabilir Türkiye.\r\n\r\nFutbolumuzun bugün geldiği yer bunu başarmaya yeterlidir.\r\n\r\nÖnemli olan, hedefe inanmak ve oraya varabilmek için işi ciddi tutmak.\r\n\r\nBana göre Lorant bilerek veya bilmeyerek Türkiye'nin önüne çok muhteşem bir ufuk açtı:\r\n\r\nİki Türk takımının Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde finali oynaması.\r\n\r\n\r\nNOT YORUM\r\n\r\n\r\nNeden ödümüz koptu\r\n\r\n\r\nHÜKÜMETE hem kızıyoruz, hem de Bu hükümet gitsin diyenlere ateş püskürüyoruz.\r\n\r\nEcevit'e hem öfke duyuyoruz, hem de ona bir şey olur diye ödümüz kopuyor.\r\n\r\nİnsanlarımız garip çelişkiler içinde...\r\n\r\nBaksanıza, ekonomi allak bullak olur diye zavallı Ecevit'i iki gün olsun hasta yatağında yatırmadılar. Apar topar taburcu ettiler.\r\n\r\nTatile çıkıp birkaç gün dinlenmesine de Rahşan Hanım izin vermiyor.\r\n\r\nBu durumda koltuğuna sarılmayıp da ne yapsın zavallı Ecevit?\r\n \r\n",
"Gerçekten de gülüp geçilecek bir öneri \r\nGAZETECİ arkadaşlar, Başbakan Erdoğana Erkan Mumcunun yaptığı öneriyi sormuşlar.\r\n\r\nGülmüş, Hepinize iyi geceler deyip yürümüş.\r\n\r\nİçtenlikle söyleyeyim ki, ben de aynısını yapardım. \r\n\r\nBaşbakana Anayasayı değiştirip türbanı serbest bırakalım, YÖKü kaldıralım, Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirip yarı başkanlık, hatta başkanlığı getirelim önerilerini yapan Erkan Mumcu, acaba ne yapmak istiyor?\r\n\r\nDoku uyuşmazlığımız var diyen, Dünya görüşlerimiz çok farklı diyen, Bu yüzden AKPde kalmam mümkün değil diyen kendisi değil miydi?\r\n\r\nAma ANAP Genel Başkanının yaptığı öneriler, benim gördüğüm kadarıyla Başbakanın hem dokusuyla, hem dünya görüşüyle tıpatıp örtüşüyor.\r\n\r\nTürbanı serbest bırakarak laik devlet ilkesini delmek, YÖKü kaldırarak üniversiteleri AKPnin idealindeki Müslüman üniversitelere dönüştürmek, Çankayaya malum dünya görüşüne sahip birini oturtmak için Anayasayı değiştirmeyi önermek, AKP ile aynı çizgide buluşmak değil mi?\r\n\r\n* * *\r\n\r\nO zaman Erkan Mumcuya şu soruyu sormak gerekmez mi:\r\n\r\nRecep Tayyip Erdoğanın yapmak isteyip de göze alamadığı konularda madem ona destek olacaktın, o zaman neden AKPden ayrıldın?\r\n\r\nDemek ki, doku uyuşmazlığı, dünya görüşü farklılığı gibi gerekçelerin gerçek değilmiş.\r\n\r\nDemek ki Erkan Mumcu, ANAPı kuruluşundaki kimliğine ve felsefesine yeniden kavuşturmayı değil, partisini AKPnin payandası haline getirmeyi amaçlamış.\r\n\r\nYa da bir başka planı var.\r\n\r\nÖrneğin, siyaseten çökmüş olan ANAPı yeniden diriltmek için AKPnin dinci politikalarına arka çıkıp onun seçmeninden oy almak.\r\n\r\nGenç politikacının kafasındaki eksantrik düşünceler ne olursa olsun, bu politika çıkar yol değil.\r\n\r\nGerçeği varken taklidine kimse oy vermez.\r\n\r\nPolitikanın en temel kuralıdır bu.\r\n\r\nHiçbir küçük parti, taklit ettiği büyük partiden oy alamamıştır. Siyasal tarihimizde bunun örneği yoktur.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nErkan Mumcu sanırım bu çıkışını uzun süre düşünmüş olmalı.\r\n\r\nHerhalde bu öneriyle gündemi belirleyeceğini, ortalığı sarsacağını hesapladı.\r\n\r\nKısa süreli de olsa amacına ulaştı denilebilir. \r\n\r\nAma tutarsızlıkla dolu olan bu çıkışın, getirisinden fazla götürüsü olacağı kesin.\r\n\r\nAKPye giden, oradan milletvekili seçilen, bakanlık koltuğuna oturan, sonra da doku uyuşmazlığı, dünya görüşü farklılığını gerekçe gösterip istifa eden ve eski partisine dönen bir politikacının böyle tutarsızlıklar yapma lüksü yoktur.\r\n\r\nErkan Mumcu genç bir siyasetçi. Aile yaşamıyla modern bir insan. Eşi sanatçı. Çağdaş bir Türk kadını.\r\n\r\nBöyle bir politikacı, AKP çizgisinde siyaset yapmaya kalkarsa, o partinin motiflerini kullanarak oy toplamayı düşlerse büyük yanılgılara düşer.\r\n\r\nPartisini de bir yere taşıyamaz.\r\n\r\nDünyanın doludizgin bilgi çağını yaşadığı günümüzde, Müslüman ülke kadınlarının (buna Humeyninin torunu da dahil) modernleşmek için şeriatçı yöneticileri zorladığı bir dönemde, Türk kadınını örtme çabaları akla mantığa sığmaz.\r\n\r\nBu, çağa da ters düşer.\r\n\r\nBu tutarsız çıkışlar, 40 yaşındaki, eşi sanatçı bir politikacıya ise hiç ama hiç yakışmaz.\r\n\r\nOnun için diyorum ki, Recep Tayyip Erdoğan bu öneri karşısında gülüp geçmekte haklıdır.\r\n\r\nBen de olsam aynısını yapardım. \r\n",
"Mercedes çeşitlemeleri \r\nTÜRK insanı, Mercedes markasına düşkündür. Bu düşkünlük, tutku düzeyindedir. \r\n\r\nGerçi son yıllarda bu soylu marka, ne kadar yeni zengin varsa altına Mercedes çektiği için biraz imaj erozyonuna uğradıysa da yine de insanlarımızın gösteriş idolü olma özelliğini hiçbir zaman yitirmedi.\r\n\r\nBizlerin gözünde ve gönlünde Mercedes her zaman değerini korudu. \r\n\r\nAslında toplumumuzdaki bu Mercedes tutkusunun ünü Avrupada da biliniyor.\r\n\r\nBu konuda yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.\r\n\r\nYıllar önce Berlinde arkadaşlarla bir lokantaya gitmiştik. Aramızdaki konuşmalardan Türk olduğumuzu anlayan bir Alman, beni gözüne kestirmiş olmalı ki, yanıma geldi ve Özür dilerim, size bir soru sormama izin verir misiniz? dedi. \r\n\r\nBuyurun dedim.\r\n\r\nBen Mercedes fabrikalarında Ortadoğu ülkeleri satış müdürüyüm. Sizin Türk olduğunuzu anladım. Şunu çok merak ediyorum; Türkiyedeki bizim otomobillere olan düşkünlüğün sırrı nedir?\r\n\r\nŞaşırdım, Bizim insanlarımız lüksü sever, o yüzden Mercedese meraklıdır filan diye bir şeyler söyledim.\r\n\r\nAlman müdür, Yanlış anlamayın, bundan çok memnunuz. Satışlarımızın düştüğü dönemlerde bile Türkiyedeki satışlarımız aynen devam etti. O nedenle Türkiyeyi ve Türkleri çok merak ediyorum diye bir açıklama yapma gereğini duydu.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nAslında sadece halkımız düşkün değil Mercedese. Politikacılarımız da tutkundur.\r\n\r\nBaşbakan Erdoğan bile tasarrufa çok önem verdiğini söylemesine rağmen daha geçen gün Başbakanlığa 10 tane 350 S Mercedes ısmarlamış.\r\n\r\nBunların tutarı 1.5 milyon Euroymuş. \r\n\r\nBu alımla 11 yıldır Başbakanlığa ilk kez Mercedes marka araç alımı gerçekleşecekmiş.\r\n\r\nSon olarak 1994te Tansu Çillerin döneminde 5 Mercedes alınmış.\r\n\r\nHaberlere göre, şu anda Başbakanlık ve bakanlıklarda 27si zırhlı olmak üzere 52 Mercedes bulunuyormuş.\r\n\r\nZırhlıların 16sını Başbakanlık kullanıyormuş.\r\n\r\nDevletimizi yönetenlerin Mercedes satın almalarını eleştiriyor değilim. \r\n\r\nTabii ki alacaklar. Tabii ki Mercedeslere binecekler.\r\n\r\nBenim yadırgadığım durum başka.\r\n\r\nBen, Başbakan Erdoğanın Mercedes fabrikalarının yeni bölümlerinin açılış töreninde söylediği sözlere takıldım.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBaşbakan Erdoğan şöyle diyor:\r\n\r\nİstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum sırada Bütün vatandaşlarımız Mercedes otomobile binemiyor diye düşünerek İETT için 500 adet Mercedes otobüs aldım. O da yetmedi, belediye cenaze araçlarını da Mercedese çevirdim.\r\n\r\nEh ne demeli, Allah razı olsun. Doğrusu, bu kadar düşünceli bir Başbakan zor bulunur. \r\n\r\nÖyle ya, o günden beri yaşarken Mercedese binemeyen gariban vatandaşlarımız, Başbakan Erdoğan sayesinde hiç değilse mezara giderken olsun Mercedese binebiliyorlar.\r\n\r\nAslında Başbakan Erdoğanın yaklaşımı pek de adil olmamış, ama neyse...\r\n\r\nÖlü veya diri binseniz de Mercedes yine Mercedestir.\r\n\r\nKimine yaşarken, kimine de öldükten sonra binmek nasip olur.\r\n\r\nBaşbakan ikide bir, Biz tüccar siyaseti uyguluyoruz deyip durmuyor mu? \r\n",
"Yazarın çilesi \r\n \r\n\r\n \r\nZAMAN zaman yazarları kendi iç dünyalarının yalnızlığı sarıverir. Kapıldıkları o hüzünlü ortamlarda kalemlerinden gönül kırıklıklarının sesleri yükseliverir.\r\n\r\nÇetin Altan'ın geçen günkü yazısındaki şu tümce gibi:\r\n\r\n- Ben yazmasam ne olur? Hiçbir şeycik olmaz.\r\n\r\nÜnlü yazar da çok iyi bilir ki, o yazmazsa yazın dünyamızın en lezzetli pınarlarından biri kurur.\r\n\r\nBen hep söylerim; Çetin Altan şanssız bir zamanda, şanssız bir mekánda gelmiş dünyaya. \r\n\r\nOkuma yoksunu bir toplumun yazarı olmuş.\r\n\r\nÖmrünü yazıya harcamış bir kalem adamı için dayanılmaz bir talihsizliktir bu...\r\n\r\nÇetin Altan ve onun jenerasyonu yine çok iyi dayanmışlar bu vefasızlığa. \r\n\r\nGeçenlerde bir yazar arkadaşım, bilim adamı bir dostuna rastlamış. \r\n\r\nProfesör arkadaşı sormuş yazara:\r\n\r\n- Bir gün benim öğrencilerime bir konferans verir misin?\r\n\r\n- Tabii... Büyük bir zevkle... Ara beni.\r\n\r\nProfesör, yazar arkadaşımın yıllar önce çalıştığı gazetenin adını söylemiş ve Oradan değil mi? diye sormuş.\r\n\r\nYazar şaşkın, Yahu, ben 20 yıl önce ayrıldım o gazeteden.\r\n\r\nVe anlamış ki profesör hiç gazete okumuyor.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBir ilginç olay da benim başımdan geçti.\r\n\r\nBir yazar arkadaşla bir dostumuzu ziyarete gittik. Büyük binadan içeri girince bizi iki güzel genç kız karşıladı. \r\n\r\nŞirketin sahibiyle görüşeceğimizi, randevumuz olduğunu söyledik. Telefon ettiler ve kızlardan biri Sizi ben çıkaracağım. Buyurun dedi.\r\n\r\nGenç kız önde biz arkada asansöre bindik. Arkadaşıma güleç bir yüzle sordu:\r\n\r\n- Siz ne iş yapıyorsunuz? \r\n\r\n- İhracat.\r\n\r\n- A bakın, o da güzel iş. \r\n\r\nArkadaş dayanamadı, önce bana dönüp muzip muzip güldü, sonra genç kıza Ama ben hayalisini yapıyorum dedi.\r\n\r\nGenç kız birkaç saniye duraladı, sonra gülmeye başladı. \r\n\r\nAsansörden inince dayanamayıp sordum:\r\n\r\n- Siz hangi okulu bitirdiniz.\r\n\r\n- İletişim fakültesini.\r\n\r\n- Sizi kutlarım.\r\n\r\nVe ikimiz de anladık ki, bu iletişim fakültesi mezunu genç kız eline gazete almamış.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nYıllar önce sosyal ve toplumsal röportajlarıyla döneminin en ünlü gazetecisi olan bir arkadaşım anlatmıştı. \r\n\r\nAnadolu'da bir kente gitmiş. Akşam yemekte o kentin ileri gelenleriyle birlikte olmuş.\r\n\r\nBir genç hanım, bizim arkadaşa şöyle demiş:\r\n\r\nSizin Fenerbahçe-Kaşımpaşa maçıyla ilgili yazınız çok güzeldi.\r\n\r\nArkadaşın başından aşağı kaynar sular dökülmüş.\r\n\r\nNedenini şöyle anlatmıştı:\r\n\r\n- Düşün, toplumda ses getiren sosyal röportajlarımdan birini bile hatırlamayan bu hanım, gidiyor laf olsun diye kırk yılda bir spordaki çocukların ısrarıyla yazdığım kısacık bir maç yorumunu anımsıyor. Belli ki bu hanım gazetenin sadece ve sadece spor sayfasını okuyor. O gece inan bana yıkıldım.\r\n\r\nÇetin Altan haklı; okuma yoksunu bir toplumun yazarı olmak inanın dayanılacak bir işkence değildir.\r\n \r\n\r\n",
"Tüm yazı konularını silip süpüren fotoğraf \r\nMEZAR, eğri büğrü dizilmiş briketlerle çevrelenmiş.\r\n\r\nBaşucuna da kırmızı teneke kutu içinde bir çiçek bırakılmış. \r\n\r\nBunları görünce kafamdaki bütün konular uçup gitti.\r\n\r\nNe cumhurbaşkanlığı tartışmaları, ne Erdoğanın yaldızlara sarıp sarmaladığı grup konuşmaları, ne de öteki incir çekirdeğini doldurmayan konular... \r\n\r\nHepsi o mezar fotoğrafının gerisinde silindi. \r\n\r\n15 yaşında bu dünyadan göçen talihsiz Remziyeyi, ölülerinin yanına bile gömülmesini çok gören kasaba halkının baskısı nedeniyle mezarlığın boş bir köşesinde vermişler toprağa. \r\n\r\nMezarlığın taş duvarının dibine yapmışlar genç kızın kara talihini yansıtan derme çatma kabrini.\r\n\r\nRemziyenin kısacık, acılarla dolu yaşamı, 13 yaşındayken evlenmek umuduyla kaçtığı bir adamın ihanetiyle başlamış. \r\n\r\nO rezil ruh, onu, kendi gibi rezil ruhlu adamlara satmış.\r\n\r\n13 yaşındaki kızla yatanların belki de çok küçük bir kısmı ırza geçmek suçuyla hálá yargılanıyor. \r\n\r\nİnsan olmaktan hiç utanmadan...\r\n\r\n* * *\r\n\r\nRemziyeyi yaşının küçüklüğü nedeniyle Niğde yetiştirme yurduna yerleştirmiş devlet. \r\n\r\nYurttan kaçan Remziye kara yazgısının peşinden sürüklenerek belli ki onun bunun sermayesi olmuş.\r\n\r\nPisliklerin, iğrençliklerin girdabından kurtulamamış.\r\n\r\nGeçtiğimiz günlerde birkaç kişi onu baygın bir halde getirip devlet hastanesine bırakmış.\r\n\r\nGörevliler Getirildiğinde ölüydü diyorlar bir böcekten söz eder gibi... \r\n\r\nOna bakan doktorlar raporlarına ölüm nedeni olarak zatürree yazmışlar. \r\n\r\nRemziye toprak altında. Bunların doğru olup olmadığını artık ancak Tanrı bilir. \r\n\r\nRaporu görenler zaman geçirmeden Remziyeyi mezarlığın o kuytu köşesine sessizce gömüvermişler. \r\n\r\nCenazesine annesi ve birkaç görevli katılmış.\r\n\r\nTabutunu üç beş belediye işçisi koymuş toprağa. \r\n\r\n15 yaşında taptaze bir yaşam böyle sönüp gitmiş işte... \r\n\r\n* * *\r\n\r\nSiz istediğiniz kadar yasalar çıkarın, istediğiniz kadar insan hakları, uygarlık, çağdaşlık diye nutuklar atın. \r\n\r\nRemziyenin acı sonu yasayla, lafla uygar olunmayacağını bir kez daha gösterdi hepimize.\r\n\r\nUygarlığı kafalarda yaratamadığınız sürece Remziyelerin yaşamlarının baharında çürüyüp gitmelerini önleyemezsiniz. \r\n\r\n13 yaşındaki bir yavrucuğun üzerine yüzlerce kişi çullanıp utanmadan ona tecavüz eder.\r\n\r\nOndan sonra da onu fahişe diye dışlar. \r\n\r\nÖlülerinin yanına bile gömülmesine izin vermez.\r\n\r\nİnsanları eğitemediğimiz sürece uygarlaşamayacağımızı ne zaman öğreneceğiz bilemiyorum. \r\n\r\nTürk toplumunun tek çıkar yolu çağdaş eğitime yönelmek, akıl ve bilim yoluna konmak istenen engelleri temizlemek olmalı. \r\n\r\nToplumu çağından kopararak yüzyıllar öncesinin karanlıklarına sürüklediğiniz sürece bu tip insanlık dışı acı olaylardan kurtulamayacağımızı bazı kafalar anlamalıdır. \r\n",
"Şarkta böyledir bu işler... \r\n \r\ntturenc@hurriyet.com.tr \r\n \r\nSIK sık bir araya gelip dış politika değerlendirmeleri yaptığımız emekli büyükelçi dostum şaşkınlık içinde anlatıyordu:\r\n\r\nYıllarca birlikte çalıştığım, meslekte çok başarılı olmuş bir arkadaşım var. İnanamıyorum ama şimdi Erdoğan hayranı oldu.\r\n\r\nArkadaşım adını da söyledi. Ben de tanıyorum.\r\n\r\nGerçekten de döneminin en önemli diplomatlarından biriydi. Çok önemli postlarda görev yapmış, çok kritik kararlara imza atmış, ağır sorumluluklar taşımıştı.\r\n\r\nEmekli diplomat dostum, Onunla uzun meslek yaşamımız boyunca kaç tane başbakan, dışişleri bakanı ile çalıştık diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:\r\n\r\nDüşünün, Tayyip Beyin cumhuriyet tarihinin en iyi başbakanı olduğunu iddia ediyor. Ben itiraz edince de son 30 yılın en iyi başbakanı olsun diye değiştiriyor. \r\n\r\nBurada dayanamayıp soruyorum:\r\n\r\nSiz ve o arkadaşınız yıllarca dış politikanın labirentlerinde dolaştınız. Sayısız tarihi olayların içinde oldunuz. Dış politikanın ne kadar ince bir sanat olduğunu biliyorsunuz. Arkadaşınız bunları unuttu mu yoksa?\r\n\r\nSanmıyorum. Zaten onun için de hayretler içindeyim.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nPeki o arkadaşınız, Tayyip Beyin dış politikada kırıp döken, bütün diplomasi kurallarına ters düşen üslup ve davranışlarını görmüyor mu?\r\n\r\nEmekli diplomat başını iki yana sallıyor:\r\n\r\nMaalesef görmüyor. Anlayamadığım da bu zaten. Çünkü o, bu politikayı olağanüstü buluyor.\r\n\r\nPeki AB ve ABD ile ilişkilerdeki dengesizlikler, Kıbrısta bu kadar ödüne karşı Batının verdiği sözleri yerine getirmemesi, Irak politikasında gelinen nokta, Türkiyenin Ortadoğuda bu kadar etkisizleşmesi, Ermeni olayında yaşanan olumsuzluklar için ne diyor?\r\n\r\nGarip ama ona göre hepsi olağanüstü başarılı.\r\n\r\nTayyip Beyin dünya görüşünü, din ve devlet ilişkileri konusundaki tutumunu, laiklik anlayışını, eşinin örtünmesinin yarattığı olumsuz imajı nasıl değerlendiriyor?\r\n\r\nBunları söylediğiniz zaman bizi Tayyip Beye karşı önyargılı olmakla suçluyor. Bir yanıt vermiyor.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBen diplomat dostumun anlattıklarına hiç şaşırmadım.\r\n\r\nŞaşırmadım; çünkü böyle değişime uğrayanlara her gün rastlıyorum.\r\n\r\nBunlar arasında kimler yok ki.\r\n\r\nİşadamları, politikacılar, bürokratlar, taşralı çarıklılar ve de bizim meslektaşlar...\r\n\r\nBaşbakanın çevresinde aslında çizgisi bambaşka olan o kadar çok insan görüyorum ki...\r\n\r\nHepsinin nasıl pervane olduğuna hiç şaşırmıyorum... Sadece gülüyorum.\r\n\r\nİşte taptaze bir örnek.\r\n\r\nBüyük bir kuyumcu, Erdoğanın memleketi Rize Güneysuya Başbakanın annesi adına bir hastane yaptırdı.\r\n\r\nTenzile Erdoğan Güneysu Gün Hastanesinin açılışı bizzat Başbakan, eşi ve annesi tarafından önceki gün yapıldı. Hayırlı uğurlu olsun diyelim.\r\n\r\nBir küçük örnek daha...\r\n\r\nYine Rizenin Derepazarı İlçesinde Başbakanı, Seni yıldızlara benzetiyoruz; ama yıldızlar milyonlarca. Sen bir tanesin pankartıyla karşıladılar.\r\n\r\nBelediye başkanının hazırlattığı bu pankart, Başbakanın çok hoşuna gitti. Hemen cebinden çıkardığı káğıda pankartta yazılanları not etti.\r\n\r\nBunu da doğal karşılıyorum. \r\n\r\nÇünkü demokrasi var.\r\n \r\n",
"ABD gezisi öncesi ABD'den bir üniversite örneği \r\nHÜRRİYET'in gündeminde en garipsediğim olay, hükümetin üniversitelere attığı son kazıkla ilgili olandı. \r\n\r\nHükümet ani bir kararla üniversitelerin araştırma fonlarına el koymuştu.\r\n\r\nZaten araştırma yapacak parayı bulamayan, zaten araştırma yapana enayi gözüyle bakılan bir ülkede, üniversitelerin üç kuruşuna göz ve el koymanın bir manası yoktu ama rektörlerin tepkisine bakılırsa haber gerçekti. Hükümet, bizim üniversitelerin üç kuruşluk araştırma fonlarına el koyadursun, ben size ABD'deki bir üniversiteden birkaç rakam vereyim de, üniversite ne demek, gelişmişlik ne demek görün.\r\n\r\nVereceğim rakamlar ABD'nin en iyi üniversitelerinden birine, Harvard'a ait. Harvard Üniversitesi'nin 2003 yılı geliri 2.5 milyar dolar. Aynı yıl için üniversitenin giderleri toplamı 2.4 milyar dolar. 2003 yılı sonu itibarıyla Harvard'ın bağışlar yoluyla elde ettiği varlıklar toplamı ise 19.3 milyar dolar. Bunlar size üniversitenin büyüklüğü hakkında bir fikir vermiştir. Gelelim bizim üniversitelerde artık olmayan araştırma fonlarına.\r\n\r\nHarvard Üniversitesi'nin 2003 yılında araştırmalar için ayırdığı toplam para 522 milyon 105 bin dolar. Bu araştırmaların 127 milyon 970 bin dolarlık bölümü, özel kuruluşların veya üniversitenin kaynaklarıyla finanse edilmiş.\r\n\r\nGeri kalan 394 milyon 135 bin dolarlık kısmı federal bütçeden gelen kaynaklarla sponsor edilmiş.\r\n\r\nYani bir anlamda devlet bu araştırmaları üniversiteye ısmarlamış ve 394 milyon dolarlık kaynağı araştırma yapılması için üniversiteye aktarmış. Böylece üniversitenin elindeki fonlara el koymak bir yana, üniversiteye fon aktarımı yapılmış.\r\n\r\nÜstelik de bu sadece bir tek üniversite. ABD'deki üniversite sayısı göz önüne alınırsa araştırmaya ayrılan kaynağın ve buraya sadece federal hükümet tarafından aktarılan paranın miktarı üç aşağı beş yukarı tahmin edilebilir.\r\n\r\nBazıları diyebilir ki, Kardeşim bizdeki üniversiteler araştırma mı yapıyor?\r\n\r\nYeterince yapmıyor olabilirler.\r\n\r\nAma Türkiye'yi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmak isteyenlerin yapması gereken, araştırmayı teşvik etmektir. Zaten az olan araştırmalara ayrılan kaynağı kesmek değil.\r\n\r\nVergiler, Anayasa Mahkemesi yolunda\r\n\r\nBİR işçi emeklisi, dünkü yazımla ilgili bir faks yolladı. Ben çalıştığım şirkette 25 yıl boyunca büyük sıkıntılar yaşayarak Maltepe'de bir ev sahibi oldum. 10 yıl bu evde oturdum. Emekli olduğum 1995 yılında emekli ikramiyemle hem ek gelir olsun hem de çalıştığım yere yakın olsun diye ikinci bir ev aldım. İlk evimi de kiraya verdim. Hay o ikinci evi almaz olaydım. Çünkü emekli işçinin şayet bir evi varsa devlete vergi ödemiyor. Şayet yanılıp da ikinci evi aldıysa yandı gülüm keten helva. Sen misin tasarruf edip ikinci evi alan. Devlet hemen cezayı kesiyor ve iki evinizden birden vergi alıyor. Ara sıra canı sıkılınca bir de ek vergi koyuyor ki, kaymaklı ekmek kadayıfı olsun.\r\n\r\nİkinci evi ek gelir olsun diye kiraya veriyorsun. Bu kez de dükkán değil, ev aldığımız için cezalandırıldık. Ev kirası gelirinden muafiyet az olunca bakın kira geliri ne oluyor? İki aylık kira eskiyen apartmanın bitmek bilmez yenilenme çalışmalarına, iki aylık kira gelir vergisine, iki aylık kira da kira zamanında yatırılmadığı için enflasyona gidiyor.\r\n\r\nMotorlu Taşıt Vergileri ile ilgili şikáyetler ise binlerce...\r\n\r\n130 bin Euro'luk otomobilin birkaç misli vergi ödeyen 30 bin Euro'luk araçlar, iki yıllık vergisi aracın değerini aşan oranlar... Her türlü saçmalık. Tek iyi haber ise CHP'den geldi. CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç aradı.\r\n\r\nMotorlu Taşıtlar Vergisi'ni Anayasa Mahkemesi'ne götürmeye hazırlanıyorlar. Anayasamızda bir damla eşitlik ilkesi var ise bu yasa oradan döner.\r\n\r\nBazıları adam olamaz!\r\n\r\nNE zaman adam oluruz köşelerini herkes kendine göre yorumluyor ve burada yazılan üç beş kelimeyi öznelendirmeye çalışıyor.\r\n\r\nHal böyle olunca da komik ve saçma ötesi yaklaşımlar oluyor.\r\n\r\nBirkaç gün önce burada başarısız yöneticilerin görevi bırakması ile ilgili bir küçük Ne zaman adam oluruz notu vardı.\r\n\r\nTek hedefi, iki yılda Galatasaray'ı çökme noktasına getiren Özhan Canaydın'dı.\r\n\r\nAma ruh hastaları olayı inanılmaz noktalara taşımaya çalıştılar.\r\n\r\nBilsinler ki, biz bu saçmalıklara gülüyoruz.\r\n\r\nO kadar.\r\n\r\nNE ZAMAN ADAM OLURUZ?\r\n\r\nİnternet siteleri, işsiz gazetecilerin şantaj ve yalan yoluyla iş bulma aracı haline getirilmediği zaman. \r\n",
"Bu sol Türkiye'de nasıl iktidar olur? \r\n \r\n\r\n \r\nÖNCE Sosyal Demokrat ya da Ecevit'in tanımıyla Demokratik Sol partileri sayalım:\r\n\r\n- DSP... Lideri Ecevit... Halen iktidardaki koalisyonun en büyük ortağı (Şimdi MHP ile sandalye sayıları eşitlendi ama Bahçeli bunu sorun yapmıyor.) \r\n\r\nDSP'nin iktidarda çok yıprandığı kesin. Uzmanlara göre barajı aşamaz.\r\n\r\n- CHP... Lideri Deniz Baykal... Muhalefette olmanın verdiği avantajı kullanıyor. Kumuoyu yoklamalarına göre yükselme trendi içinde. Barajı aşacağına, ilk seçimde iktidar ortağı olacağına kesin gözüyle bakılıyor.\r\n\r\nTDP... (Toplumcu Demokratik Parti) Lideri Sema Pişkinsüt. Yeni kuruldu. Ama bugüne kadar toplumda bir heyecan yaratmadı. Seçimde bir varlık göstermesi beklenmiyor. \r\n\r\n- SHP... Kurulma aşamasında. Liderliği Murat Karayalçın ile Fikri Sağlar dönüşümlü olarak yapacak. Eski SHP'lilerin bir kısmını toplaması bekleniyor. Yaygın kanı önemli bir hareket yaratamayacağı şeklinde. \r\n\r\n- Yeni Oluşumcular... Kurulma hazırlıkları yapılıyor. Ne zaman hayata geçirileceği belli değil. Aydın Güven Gürkan, Ercan Karakaş, Yiğit Gülöksüz, Zekeriya Temizel, İlhan Tekeli gibi isimler başı çekiyor. Henüz bir şey söylemek için zaman çok erken.\r\n\r\n- BCH... (Bağımsız Cumhuriyetçiler Hareketi) Hareketin başını Mümtaz Soysal çekiyor. Yekta Güngör Özden, Vural Şavaş, Osman Özbek gibi isimler de bu harektin içinde. Partileşme hazırlıkları sürüyor.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nSosyalist partilere gelince... \r\n\r\nOnların sayısı çok daha fazla. Onların sadece isimlerini saymakla yetinmek zorundayım çünkü her birinin hakkında kısacık bilgiler de vermeye kalksam hem yerimiz buna el vermez, hem de bu bilgileri bulmam mümkün değil. \r\n\r\n- İP... Lideri Doğu Perinçek, ÖDP... (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) Lideri Ufuk Aras, Sosyalist İktidar Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist Birlik Hareket Partisi, TKP (Türkiye Komünist Partisi).\r\n\r\nBelki bu kadar değil ama gerisini pek saymaya bile değemez... Vesaire vesaire diyelim. \r\n\r\nŞimdi soldaki tablo bu... \r\n\r\nSosyalist partileri bir kenara bırakalım. Önemsiz oldukları için değil. Hem küçük partiler bunlar, hem de birleşmeleri ve bir güç haline gelmeleri olanaksız. \r\n\r\nEsas üzerinde durmamız gereken sosyal demokrat yelpazede, yani merkez soldaki dağınıklık. \r\n\r\nTürk siyasetinin belini büken işte bu bölünmüşlük. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nŞu anda mevcutlarla ve kurulacak olanlarla birlikte merkez sol şu anda tam 6 parça. \r\n\r\nMerkez solun toplam oyu ise yüzde 30-35 civarında.\r\n\r\nŞimdi böyle bir tabloya bakınca merkez solun Türkiye'de iktidar olabileceğine inanma olanağı var mı?\r\n\r\nMerkez solun bu dağınıklığı merkez sağı da etkiliyor. Çünkü merkez sol her zaman merkez sağın kemikleşmesi için itici güç oluşturmuştur. \r\n\r\nTarihi süreç de göstermiştir ki merkez solun toparlanması merkez sağın toparlanmasını getirir. \r\n\r\nİşte o zaman Türkiye siyasi istikrarı yakalama noktasına gelebilir. \r\n\r\nMerkez solda bütünleşmeyi siyasetçiler beceremediklerine göre bu çok önemli görev halka düşüyor demektir. \r\n\r\nHalk o eşsiz sezisiyle bu işi sandıkta başarmalıdır. Başka çare yok. \r\n \r\n",
"Tanrı'nın insana verdiği en değerli hazine \r\nBAŞBAKAN Erdoğan'ın Cidde Ekonomik Forumu'nda yaptığı değişim ve reform çağrıları hem ilginç hem de doğru. \r\n\r\nİslam Ortak Pazarı'na karşı çıkması da tutarlı; çünkü biz Türkiye olarak Avrupa Birliği'nde sürekli şu tezi savunuyoruz:\r\n\r\nAvrupa Birliği bir Hıristiyan kulübü olmamalı. Bunun için de Türkiye bu birliğe mutlaka girmeli.\r\n\r\nBu nedenle Erdoğan, Cidde'de İslam Ortak Pazarı'nı savunamazdı. Bu tutarsızlık olurdu. \r\n\r\nAncak Erdoğan değişim konusunda aynı tutarlılık içinde değildi. \r\n\r\nİslam álemine değişim öneren bir Başbakan'ın kendi özel yaşamında Arap geleneklerini ısrarla sürdürmesi kuşkusuz bir çelişki yarattı. \r\n\r\nErdoğan'ın eşinin ve kızlarının tesettürlü olmaları ve Başbakan'ın verdiği demeçlerde türbanı savunması bu değişime ters düşüyor. \r\n\r\nBirçok İslam düşünürü (Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın dahil) baş örtmenin İslam'ın emri olmadığını, bir yorum meselesi olduğunu savunuyor. \r\n\r\nDemek ki Erdoğan'ın İslam dünyasına yaptığı değişim çağrısı, kadın-erkek eşitliğini, kadının modern yaşamda yerini almasını tam içermiyor.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nCidde toplantısında Clinton'ın söyledikleri de çok çarpıcıydı.\r\n\r\nEski ABD Başkanı da Erdoğan gibi reform ve değişim çağrılarında bulundu. Ama doğrusu, söylemleri ve verdiği örnekler daha ilginçti. \r\n\r\nÇünkü Clinton, çağdaşlığın ve değişimin birinci koşulunun kadın-erkek eşitliği olduğunu özellikle vurguladı. \r\n\r\nHazreti Muhammed yaşasaydı eşinin otomobil kullanmasına izin verirdi dedi.\r\n\r\n1400 yıl önce otomobil olsaydı, Suudi Arabistan ilk otomobili yapan bir ülke olurdu ve Hazreti Muhammed de eşini otomobil endüstrisinin başına getirirdi diye ekledi. \r\n\r\nClinton'ın bu çarpıcı örneklerini, salonun cam bölmelerle ayrılmış diğer tarafında oturan kadınlar uzun uzun alkışladı.\r\n\r\nBu da gösteriyor ki, İslam áleminin kadınları artık modern yaşamın içinde yer almak, çağdaş ülkelerdeki hemcinsleri gibi yaşamak istiyorlar. \r\n\r\nHiç kuşku yok ki, Clinton işin özüne değiniyor.\r\n\r\nÇünkü İslam dünyası, kadın-erkek eşitliğini halletmeden ve kadının çağdaş yaşama katılmasını sağlamadan köklü değişimleri gerçekleştiremez.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nClinton'ın sözleri bana Özal'ın yıllar önce İstanbul'da bir toplantıda yaptığı konuşmayı anımsattı. \r\n\r\nÖzal, muhafazakár işadamları ile gazetecilerin katıldığı bu toplantıda önce dünya ekonomisini anlattı, sonra Türkiye'ye sözü getirdi. \r\n\r\nDönemin başbakanı, Türk ekonomisinin havalanıp uçması için bir transformasyon gerektiğini söyledi, yapmayı düşündükleri değişiklikleri anlattı.\r\n\r\nSonra da şöyle dedi:\r\n\r\nYapmamız gereken reformlara dini inançlarımız engel olmamalı. İslam'ın emirlerini, kurallarını bugünün koşullarıyla yorumlamalıyız. Bunu yapamazsak kalkınmış Batılı ülkelerle rekabet edemeyiz.\r\n\r\nVe şu ilginç örneği vermişti:\r\n\r\nBakınız Kuran-ı Kerim şöyle der: 'Düşmanlarınıza karşı karargáhlar, at besleme alanları oluşturun.' Bu şu demektir: Savaşı kazanmak, düşmanlarınıza üstünlük sağlamak için yeni stratejiler uygulayın ve atlı birlikler kullanın. Bunu bugün uygularsanız karşı taraf sizi perişan eder. Aslında Kuran-ı Kerim 'çağınızın en modern silahlarını kullanın' demek istiyor. Bunu böyle anlamak lazım.\r\n\r\nAradan bunca yıl geçtikten sonra Clinton da Özal gibi köklü değişim öneriyor. Böylece iki lider aynı akıl çizgisinde buluşuyorlar.\r\n\r\nZaten insan denen varlığın en değerli hazinesi, Tanrı'nın kendisine verdiği akıl değil mi?\r\n\r\n",
"Kara Şahin gelecek mi? \r\nTÜRKİYE'de Black Hawk helikopterlerinin üretilmesine yönelik proje beni heyecanlandırdı. \r\n\r\nOlayın ne derece doğru olduğunu hemen araştırdım. \r\n\r\nOlay henüz net ve kesin değil. Bir ön teklif gibi. \r\n\r\nHelikopteri üreten Amerikan firması Skorsky, Black Hawk'ın şu anda dünya üzerinde yaygın kullanımda olan UH 60 ve UH 70 modellerini üretmeyi durduracak. Bunun yerine Amerikan Savunma Bakanlığı ile yapılan yeni anlaşma gereği, Black Hawk'ların henüz tasarım aşamasında olan M modelinin üretimine geçecek. \r\n\r\nÜretimden kalkan modellerin üretimi ile ilgilenecek kuruluşlara teklifler yapan Skorsky Türkiye'de de TAI'ye öneride bulunmuş. \r\n\r\nAnlaşma sağlanırsa üretim teknolojileri ve üretim bandı Türkiye'ye getirilecek. \r\n\r\nAncak konunun uzmanlarına bakılırsa projenin önünde iki engel var. İlki TAI'nın daha önce yapılan benzer ortak üretim veya parça üretimi tekliflerine yüksek fiyat vererek anlaşmaları kaçırması. \r\n\r\nDiğeri ise piyasanın UH 60 ve 70 tipi helikopterlere doymuş olması ve yıllık üretimin 20'yi aşmasının mümkün görünmemesi. \r\n\r\nSuudi Arabistan Batılı oluyor, biz mi olmayacağız!\r\n\r\nTÜRKİYE Müslüman demokrat olduğunu söyleyen bir iktidarın Türkiye'yi Doğu'ya döndürüp döndürmeyeceği şeklindeki anlamsız soruya yanıt ararken, çevremizdeki gelişmeler Doğu olarak adlandırılan ülkelerin yüzlerini Batıya çevirmek için nasıl bir uğraş içinde olduğunu gösteriyor. \r\n\r\nTürkiye bir İslam ülkesi mi olacak? sorusu Türkiye'deki zihinleri kurcalarken, hakiki bir İslam ülkesinin Batılılaşma arayışlarıyla ilgili ilginç gelişmeler oluyor. \r\n\r\nBirkaç gün sonra, ayın 17'sinde Cidde'de ilginç bir toplantı var: Cidde Ekonomik Forumu. \r\n\r\nTürkiye Özal'lı yıllardan beri Davos Ekonomik Forumunu biliyor ama Cidde Ekonomik Forumu pek çok Türk için yeni bir kavram. \r\n\r\nOysa Cidde'de bu forum bu yıl 5. kez yapılacak. \r\n\r\nÇünkü Suudi Arabistan gibi İslami kuralların, daha da ötesi Vehhabiliğin egemen olduğu bir ülke dünyadaki gelişmelerin kendi kurallarıyla çelişmesinin toplumda yarattığı sosyal ve ekonomik baskıyı fark ediyor ve açılmak istiyor. \r\n\r\nBu yüzden de birtakım arayışlara giriyor. \r\n\r\nCidde Ekonomik Forumu'nda bu arayışların bir sonucu olarak berbat bir tablo ile karşılaşmışlar. \r\n\r\nSuudiler oturup durumlarına bir bakmışlar ve bir özet çıkarmışlar: \r\n\r\n%4'lük bir nüfus artışı, %60'ı 20 yaş altı bir nüfus, 70'li yıllarda kişi başına 16.000 USD olan milli gelirin 2004'te 6.000 USD'a gerilemesinin yanı sıra 10.000 civarında prens ve prenses, 70.000 kraliyet ailesi mensubu. Kuran anayasa. Katı bir dini yapı.\r\n\r\nBütçenin önemli bir bölümü sosyal hizmetlere ayrılmış, yatırım için yeterli kaynak yok. Eğitim medrese düzeni, kadınlara sadece sağlık ve eğitim branşlarında üniversite tahsili. Diğer branşlar yasak. Ülkede her seviyede çok ciddi yetişmiş insan sıkıntısı. Bu tablo ile Suudi Arabistan'ın petrole rağmen parlak bir geleceği olmadığını görmüşler. \r\n\r\nVe bir dizi reform planlamışlar. \r\n\r\nİnsan açığını kapatmak için eğitim müfredatında ve kitaplarında değişiklik yapılacak (mollalarla görüşmeler sürüyor). Kadınlara üniversitede branş seçme özgürlüğü sağlanacak. Meslek okullarına ağırlık verilecek. İlk kez bu yıl belediye seçimleri yapılacak. Kadınlar oy verebilecek, ancak aday olamayacaklar.\r\n\r\nTelekom, enerji sektörleri ve havaalanları özelleştirilecek.\r\n\r\nKörfez ülkeleri gümrük birliğine 2005'te tam geçilecek. 2004'te Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olunacak. Deutche Bank'a bankacılık faaliyetleri için izin verilmiş bile. Bankacılık sektörü çerçevesi hazırlanmış, yasalar hazırlanıyor. Yabancı yatırımcı için 'tek noktada işlem ve izin' için yasal ortam sağlanmış. Bürokrasinin azaltılması, ülkeye giriş çıkışın kolaylaştırılması için gerekli altyapı hazırlanıyor. Yabancı sermaye vergileri %45'ten % 20'ye indirilmiş. \r\n\r\nBu reformlarla Suudiler yurtdışında bulunan 700-800 milyar dolar tutarındaki Suudi parasını ülkeye çekmek ve önümüzdeki yirmi yıl için gereken 120 milyar dolar tutarındaki enerji yatırımına yabancı sermaye katkısı sağlayabilmek istiyorlar. \r\n\r\nYine aynı süre için su ve sulama altyapısı için gereken 30 milyar dolar civarındaki kaynağın temini. Genç nüfusa iş imkanları yaratabilmek ve bozuk olan ve giderek bozulan sosyo-ekonomik durumu iyileştirmek. \r\n\r\nCidde Ekonomik Forumu da aslında bu durumun dünyaya duyurulması için kullanılan bir toplantı. \r\n\r\nSuudiler bile dünyaya açılır, Batı'ya dönerken, Türkiye'nin içe kapanma, yüzünü Doğu'ya dönme riski bence artık yok.\r\n\r\nTürkiye'deki tek risk hálá iyi yönetilmek ve genç kuşaklara umut aşılayacak açılımlar yaratmak konusunda.. \r\n\r\nBunu da yapabilirsek, vehimlerle yaşamamıza hiç gerek kalmayacak. \r\n\r\nNE ZAMAN ADAM OLURUZ?\r\n\r\nDoğrularla yıpratamadığımız kişileri, yalanlarla yıpratmaya çalışmadığımız zaman. \r\n",
"Keyifli bir zehir \r\n \r\nSİGARA içtiğim ve her gün karar vermeme rağmen bir türlü bırakamadığım dönemlerde hep Deniz Baykal'ın bir yerde okuduğum sözü aklıma gelirdi. \r\n\r\nBaykal bir gazeteciye sigara ile ilgili görüşlerini şöyle özetliyordu: \r\n\r\nUygar bir insanın sigara içmesini kabul edemiyorum.\r\n\r\nGerçekten de binlerce zehir içeren ve yaşamı kısalttığı artık bilimsel olarak kesinleşen sigaraya insanların bu kadar tutkuyla bağlanmasını anlamak zor. \r\n\r\nDaha iki üç gün önce dünyanın ikinci en büyük sigara şirketi British American Tobacco'nun patronu Martin Broughton'un dürüstçe söylediği Sigara zararlı, içmeyin sözlerini okuyunca bir kez daha toplumumuzdaki sigara tutkusunun uygar dünyayla taban tabana zıt bir pervasızlık içinde olduğunu düşündüm.\r\n\r\nBizde insanlar daha sabahın köründe en olmadık yerlerde, en olmadık durumlarda fosur fosur sigara içmeye başlıyorlar. \r\n\r\nÖrneğin adam suratında bir karış sakal, elinde kazma, onarım için bir yeri kazıyor, ya da sırtında koca yük, kan ter içinde ama bir bakıyorsunuz ağzında sigara. \r\n\r\nBir başkası koca aracın direksiyonuna geçmiş kent trafiğinin en karmaşık ve bunaltıcı yerinde bir yandan sıkışıklıktan kurtulmak için çabalıyor, bir yandan da sigarasını içmeyi ihmal etmiyor. \r\n\r\nHele gençler... Ah hele onlar... \r\n\r\nNasıl analarının emziği gibi inanılmaz bir tutkuyla çekiyorlar o zehirli dumanı körpecik ciğerlerine...\r\n\r\n* * *\r\n\r\nSon araştırmalara göre her yıl dünyada 4 milyon insan tütünden ölüyormuş. \r\n\r\nBunların büyük bölümü kalkınmamış veya kalkınmakta olan ülkelerde. \r\n\r\nUygar ülkeler sigara konusunda çok ciddi ve köklü önlemlere gittiler. Çok büyük ve etkili kampanyalar düzenlediler.\r\n\r\nBununla da kalmayıp insanların sigara içmemesi için her türlü caydırıcı yolu kullandılar. \r\n\r\nSonuçta büyük başarı elde ettiler. \r\n\r\nBatı'da, özellikle de Amerika'da sigara içme oranında ciddi başarılar elde edildi. \r\n\r\nPeki Türkiye'de ne oldu?\r\n\r\nYine bir araştırmaya göre son on yılda Türkiye'de sigara içen sayısında yüzde 40'ın üzerinde artış belirlendi. \r\n\r\nDünyada sigara tüketimindeki artışta Endonezya'dan sonra ikinci sıradayız. \r\n\r\nBu büyük bir fiyaskodur. \r\n\r\nDevleti, devletin ilgili kurumlarını, sivil toplum örgütlerinin tümünü kutlamak gerekir.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nŞimdi Türkiye'den çok daha ürkütücü bir rakam vermek zorundayım. \r\n\r\nKentlerde 15-18 arası yaş grubunda nüfusun yüzde 60'ı sigara içiyor. \r\n\r\nYine kentlerde orta yaş grubunda erkek ve kadınların yarısı sigara tutkunu.\r\n\r\nÜniversite gençleri konusunda bir rakam benim elimde yok ama sanırım onlardaki oran 15-18 yaş grubunun altında değildir. \r\n\r\nYazık, ben en çok gençlere üzülüyorum. \r\n\r\nKızlı erkekli nasıl fosur fosur içiyorlar o zehri. \r\n\r\nOysa özellikle kentlerde beslenmenin giderek bilinçli hale gelmesi nedeniyle ne kadar güzel ve sağlıklı bir genç nesil yetişiyor ülkemizde. \r\n\r\nKabul ediyorum, tütün denen meret insanlara doyulmaz bir keyif veriyor ama ağır ağır ve hiç çaktırmadan onların güzelim ömürlerini kemiriyor. \r\n\r\nOnlara ilerlemiş yaşlarında zehirlenmiş, bir sürü hastalığa yakalanmaya hazır çürük çarık bir vücut bırakıyor.\r\n \r\n",
"Yüzde 25le cumhurbaşkanı olmaya kalkılırsa... \r\nBAŞBAKANa bakarsanız Başkan Bushla yaptığı görüşme son derece verimli geçti. \r\n\r\nBir sonuç çıkmadı diye yorumlar yapan Amerikalı stratejistler, Beyaz Saraya yakın olan uzmanlar, olumlu yazmak zorunda olmayan Amerikalı ve Türk gazeteciler hepsi konuyu Başbakanın deyimiyle speküle ediyorlar.\r\n\r\nBen Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına inanırım. \r\n\r\nO nedenle geziden bir sonuç çıkmadı diyenlerin (bunların arasında ben de varım) yanıldığını kabul ediyorum! \r\n\r\nDoğruları söyleyenler Başbakanın çevresindeki bir avuç insan bile olsa onların dedikleri ve yazdıkları tamamen gerçeği yansıtıyor! diyelim ve bu konuyu geçelim.\r\n\r\nŞimdi esas soruna, cumhurbaşkanlığı seçimine gelelim ve biraz bu işe kafa yoralım.\r\n\r\nBence AKP 2007ye kadar dayanabilirse Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilir. \r\n\r\nSakın kimse bir ihtilal filan beklediğimi sanmasın. Kendisinden öncekiler gibi bu iktidarın da erken seçime gitmek zorunda kalacağına inanıyorum.\r\n\r\nOnun için AKP normal seçim tarihi olan 2007 Kasımına kadar dayanamaz diye düşünüyorum. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nErdoğanın iddiasını esas alalım ve seçimin 2007de yapılacağını kabul edelim. \r\n\r\nBu durumda 2007 Mayısında cumhurbaşkanını bu Meclis seçecek. \r\n\r\nBu Meclis seçtiği zaman da Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı, Emine Hanım da First Lady olacak.\r\n\r\nBildiğiniz gibi Erdoğanın partisi seçime katılanların yüzde 34.28inin oyunu alarak tek başına iktidar oldu. \r\n\r\nBuna karşın AKP Meclisteki sandalyelerin yüzde 65ini kazandı. Bu seçim sisteminin azizliğinden kaynaklandı. \r\n\r\nKuşkusuz bunun suçu AKPye değil, geçmiş iktidarlara aittir.\r\n\r\nBir de partilerine kızdıkları için sandığa gitmeyen 10 milyon seçmen var. Bu seçmenlerin tamamına yakını AKP karşıtı. \r\n\r\nEğer bu seçmenler sandığa gitmiş olsaydı AKPnin aldığı oy yüzde 25 olacaktı. \r\n\r\nBu durumda AKP bırakın Mecliste yüzde 65 sandalye kazanmayı, tek başına iktidar bile olamayacaktı. \r\n\r\nBugün AKP yüzde 25 oyla tek başına iktidar, Erdoğan da yüzde 25le başbakan.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBaşbakanın Millet bize yetki verdi. Biz istediğimizi yaparız yollu meydan okumasının demokrasi açısından ne kadar havada kaldığını düşünün. \r\n\r\n2007 Mayısına kadar AKPnin yıpranmasını düşünürseniz bu yüzde 25 oranı daha da aşağılara düşer. \r\n\r\nHadi düşmediğini varsayalım. Eğer bu Meclis cumhurbaşkanını seçerse Erdoğan seçmenin sadece yüzde 25inin iradesiyle Çankayaya çıkacak.\r\n\r\nSiyaset erbapları yüzde 25lik bir irade ile 7 yıl cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya kalkmanın ne kadar sıkıntılı olacağını çok iyi bilirler. \r\n\r\nBiz toplum olarak yakın tarihimizde bunun örneklerine Turgut Özalın Çankayaya çıkışında tanık olduk. \r\n\r\nÜstelik Özal, Erdoğan kadar sivrilikleri olan bir insan değildi ve dört eğilimi birleştirerek iktidar olmuştu. \r\n\r\nErdoğan eğer bu koşullarda cumhurbaşkanı seçilmeyi göze alırsa, sahip olduğu dünya görüşü ülkede sürekli gerginliğe neden olacağı için Çankayada rahat oturamayacağını bilmelidir.\r\n\r\nBütün hesap, kitap ve yorumlardan ortaya çıkan sonuç şu: Partilerine kızıp sandığa gitmeyenler acaba Türkiyenin önüne ne kadar büyük bir fatura koyduklarının farkındalar mı? \r\n",
"Bu bürokrasiyle turizm hedefi zor tutar \r\nBAŞBAKAN Erdoğan, turizm için hazırladıkları projeksiyonu sundu. \r\n\r\nGereğinden fazla iddialı hedefler beni hep ürkütmüştür. Ancak bu kez öyle değil. Hayalci olmadan, ulaşılabilir hedefler koymuşlar. Ancak Türkiye'deki bürokrasiyle en ulaşılabilir hedeflerin bile nasıl ulaşılamaz hale geldiğini ben biliyorum.\r\n\r\nÖzellikle de turizmde.\r\n\r\nÖrnek mi?\r\n\r\nHemen anlatayım.\r\n\r\nHatırlayacaksınız, bu köşede Antalya'da turizme açılan Aksu-Lara sahil bandında dev oteller yapıldı, yapılıyor ve yapılacak. \r\n\r\nBinlerce yataklı enfes bir sahil şeridi oluşuyor.\r\n\r\nAncak burada çok ciddi bir sorun vardı. Bu milyar dolarlık tesislere turisti ulaştırabilecek bir yol yoktu.\r\n\r\nBu durum, bu köşede defalarca dile getirildi ve sonunda konu bizzat Başbakan'ın müdahalesiyle çözüldü. \r\n\r\nBaşbakan kendi çabalarıyla bu yol için ekstra bir kaynak yarattı ve yol yapımı belirli bir aşamaya geldi. Yaza kadar bitecek.\r\n\r\nAynı bölgede yine bu köşede dile getirilmiş bir başka sorun vardı. \r\n\r\nTurizm açısından müthiş potansiyel barındıran bu sahil bandının en güzel kesimi, kamuya ait kamplar ve kiralık obalarla işgal edilmişti. \r\n\r\nYaza yaza bunların da yıkılmasını sağladık. \r\n\r\nBurada aynen Konyaaltı'nda olduğu gibi bir turistik tesisler bütünü oluşturulacaktı.\r\n\r\nProjenin adı Lara Beach Parktı ve çok modern bir projeydi. \r\n\r\nAncak bu iş nedense yürümüyor. \r\n\r\nBırakın buraya yeni tesislerin yapımına başlanmasını, yıkılan kamp ve obaların molozları bile kaldırılmıyor.\r\n\r\nAntalya'nın en yeni ve en güzel turizm bandı bir mezbelelik.\r\n\r\nNedeni ise bir vali yardımcısı. \r\n\r\nBir yılda kendini amorti edebilecek ve büyük turizm geliri sağlayacak bu proje, bir vali yardımcısı yüzünden yürümüyor. \r\n\r\nBu durumu vali biliyor, ilgili belediyeler biliyor ancak kimse bir şey yapamıyor.\r\n\r\nİddialara göre söz konusu vali yardımcısı, buranın Konyaaltı gibi tek parça halinde yapılıp ihalelerle kiralanmasını istemiyor ve bu yüzden projeyi engelliyor.\r\n\r\nBunu yaparken de arkasında AKP'nin olduğu havasını yayıyor.\r\n\r\nAntalya'nın en kısa sürede hayata geçecek, en güzel projesi duruyor.\r\n\r\nBaşbakan ise turizmde büyük hedeflerden bahsediyor.\r\n\r\nBen de gülüyorum.\r\n\r\nSes kötü, yanıt güzel\r\n\r\nAYŞE Hatun Önal, albümüne yönelik eleştirime son derece şık bir yanıt vermiş.\r\n\r\nFatih Altaylı benim yaptığım müzik türü için biraz yaşlı.\r\n\r\nAyşe Hatun Önal'ın yanıt verme düzeyi, umarım Türk basınındaki kimi yazarlar için de örnek teşkil eder.\r\n\r\nHem zeká dolu, hem iğneleyici, hem de çok fazla kırıcı değil.\r\n\r\nPopstar sadece bir ses midir?\r\n\r\nPOPSTAR yarışmasından Elena elendi. Herkes şokta. Ben ise hiç şaşırmadım. \r\n\r\nBence o yarışmaya katılan çocuklar içinde en güzel sesi olan, en iyi şarkı yorumlayan ve büyük ihtimalle müzik bilgisi en fazla olan Elena idi.\r\n\r\nAma Türkiye'nin popstarı olması mümkün değildi. Bunu o da, o yarışmayı düzenleyenler de, o yarışmaya oyları ile katılanlar da biliyordu.\r\n\r\nElena'nın oradaki varlığı, güzel bir fantezi idi ve bence buraya kadar gelmesi bile büyük başarıydı. \r\n\r\nAllah aşkına doğru söyleyin; Rus aksanıyla Türkçe konuşan, şirin ve sempatik olması dışında hiçbir sürükleyici özelliği olmayan birinin Türkiye'nin popstarı olması sizce mümkün müydü?\r\n\r\nBence değildi. \r\n\r\nElena'nın elenmesi aslında çok önemli bir gerçeği ortaya çıkardı. Sadece bu yarışma örneğinden hareket etsek bile popstar demek, sadece en iyi ses demek değil. Popstar demek, en yakışıklı ya da en güzel de demek değil (Selçuk da elenmişti). Popstar demek, en iyi müzik bilgisi olan anlamına da gelmiyor.\r\n\r\nPopstarlık başka bir şey. \r\n\r\nBir ışık, bir etki... Moda tabiriyle bir karizma.\r\n\r\nKalan yarışmacılarda bu ne kadar var bilmiyorum ama Elena'da hiç yoktu, üstüne üstlük bir de yabancı kökenliydi. \r\n\r\nO yüzden elendi.\r\n\r\nJüri halk değil de müzik otoriteleri olsaydı, Elena yarışmanın kuşkusuz birincisi olurdu.\r\n\r\nAma jüri halk. \r\n\r\nHalk dediğinin büyük bölümü ise mevcut popstarlar için ölüp biten ve yenileri için ölüp bitmek isteyen, daha da ötesi yenisinin seçiminde pay sahibi olmak isteyen varoş kızları.\r\n\r\nÜstelik onlar için popstarın anlamı bizimkinden farklı. \r\n\r\nİbrahim Tatlıses'in ayağından çıkarıp fırlattığı çorabı kapışanlar onlar...\r\n\r\nEmrah'ı görünce düşüp bayılanlar onlar...\r\n\r\nElena'yı eleyenler de onlar...\r\n\r\nAma yine de ben en çok Elena'yı dinlemeyi özleyeceğim.\r\n\r\nNE ZAMAN ADAM OLURUZ?\r\n\r\nGüvenin korkuyla tesis edilemeyeceğini anladığımız zaman. \r\n",
"Gerçekten de gülüp geçilecek bir öneri \r\nGAZETECİ arkadaşlar, Başbakan Erdoğana Erkan Mumcunun yaptığı öneriyi sormuşlar.\r\n\r\nGülmüş, Hepinize iyi geceler deyip yürümüş.\r\n\r\nİçtenlikle söyleyeyim ki, ben de aynısını yapardım. \r\n\r\nBaşbakana Anayasayı değiştirip türbanı serbest bırakalım, YÖKü kaldıralım, Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirip yarı başkanlık, hatta başkanlığı getirelim önerilerini yapan Erkan Mumcu, acaba ne yapmak istiyor?\r\n\r\nDoku uyuşmazlığımız var diyen, Dünya görüşlerimiz çok farklı diyen, Bu yüzden AKPde kalmam mümkün değil diyen kendisi değil miydi?\r\n\r\nAma ANAP Genel Başkanının yaptığı öneriler, benim gördüğüm kadarıyla Başbakanın hem dokusuyla, hem dünya görüşüyle tıpatıp örtüşüyor.\r\n\r\nTürbanı serbest bırakarak laik devlet ilkesini delmek, YÖKü kaldırarak üniversiteleri AKPnin idealindeki Müslüman üniversitelere dönüştürmek, Çankayaya malum dünya görüşüne sahip birini oturtmak için Anayasayı değiştirmeyi önermek, AKP ile aynı çizgide buluşmak değil mi?\r\n\r\n* * *\r\n\r\nO zaman Erkan Mumcuya şu soruyu sormak gerekmez mi:\r\n\r\nRecep Tayyip Erdoğanın yapmak isteyip de göze alamadığı konularda madem ona destek olacaktın, o zaman neden AKPden ayrıldın?\r\n\r\nDemek ki, doku uyuşmazlığı, dünya görüşü farklılığı gibi gerekçelerin gerçek değilmiş.\r\n\r\nDemek ki Erkan Mumcu, ANAPı kuruluşundaki kimliğine ve felsefesine yeniden kavuşturmayı değil, partisini AKPnin payandası haline getirmeyi amaçlamış.\r\n\r\nYa da bir başka planı var.\r\n\r\nÖrneğin, siyaseten çökmüş olan ANAPı yeniden diriltmek için AKPnin dinci politikalarına arka çıkıp onun seçmeninden oy almak.\r\n\r\nGenç politikacının kafasındaki eksantrik düşünceler ne olursa olsun, bu politika çıkar yol değil.\r\n\r\nGerçeği varken taklidine kimse oy vermez.\r\n\r\nPolitikanın en temel kuralıdır bu.\r\n\r\nHiçbir küçük parti, taklit ettiği büyük partiden oy alamamıştır. Siyasal tarihimizde bunun örneği yoktur.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nErkan Mumcu sanırım bu çıkışını uzun süre düşünmüş olmalı.\r\n\r\nHerhalde bu öneriyle gündemi belirleyeceğini, ortalığı sarsacağını hesapladı.\r\n\r\nKısa süreli de olsa amacına ulaştı denilebilir. \r\n\r\nAma tutarsızlıkla dolu olan bu çıkışın, getirisinden fazla götürüsü olacağı kesin.\r\n\r\nAKPye giden, oradan milletvekili seçilen, bakanlık koltuğuna oturan, sonra da doku uyuşmazlığı, dünya görüşü farklılığını gerekçe gösterip istifa eden ve eski partisine dönen bir politikacının böyle tutarsızlıklar yapma lüksü yoktur.\r\n\r\nErkan Mumcu genç bir siyasetçi. Aile yaşamıyla modern bir insan. Eşi sanatçı. Çağdaş bir Türk kadını.\r\n\r\nBöyle bir politikacı, AKP çizgisinde siyaset yapmaya kalkarsa, o partinin motiflerini kullanarak oy toplamayı düşlerse büyük yanılgılara düşer.\r\n\r\nPartisini de bir yere taşıyamaz.\r\n\r\nDünyanın doludizgin bilgi çağını yaşadığı günümüzde, Müslüman ülke kadınlarının (buna Humeyninin torunu da dahil) modernleşmek için şeriatçı yöneticileri zorladığı bir dönemde, Türk kadınını örtme çabaları akla mantığa sığmaz.\r\n\r\nBu, çağa da ters düşer.\r\n\r\nBu tutarsız çıkışlar, 40 yaşındaki, eşi sanatçı bir politikacıya ise hiç ama hiç yakışmaz.\r\n\r\nOnun için diyorum ki, Recep Tayyip Erdoğan bu öneri karşısında gülüp geçmekte haklıdır.\r\n\r\nBen de olsam aynısını yapardım. \r\n",
"Çok konuşmak ve Başbakanın çelişkileri \r\nHİÇBİR ülkenin başbakanı ve bakanları bizdekiler kadar televizyonlara ve gazetelere konuşmuyor. \r\n\r\nBizde az konuşan politikacının çalışmadığı izlenimi doğacak gibi yanlış ama yaygın bir kanı var.\r\n\r\nBaşbakan Erdoğan da bu yanılgıdan kendini kurtaramadı. \r\n\r\nSanırım Başbakanın çok konuşma alışkanlığında, gördüğü imam hatip eğitiminin de etkisi var.\r\n\r\nDoğal olarak çok konuşan insanların çok hata yapması, çelişkilere düşmesi gibi risklerden Başbakan da kurtulamıyor.\r\n\r\nBazı somut örneklerle konuyu açalım.\r\n\r\nBaşbakan kaçak Kuran kurslarının serbest bırakılmasına gösterilen tepkilere kızmış. Esip yağıyor:\r\n\r\nBenim tezgahımdan geçmiş olanların ülkeme ne zararı var ki? \r\n\r\nBaşbakanın geçtiği tezgah bir zamanlar övünerek söylediği Milli Görüş tezgahıdır.\r\n\r\nBu tezgah madem o kadar iyiydi ve ülkeye yararlıydı da neden o zaman aynı tezgahtan geçmiş olan arkadaşları ile birlikte Milli Görüş gömleğini çıkarıp o tezgahı terk etti?\r\n\r\nDemek ki Başbakan ve arkadaşları içinde bulundukları ve yıllarca hizmet verdikleri o tezgahın ülkeye yararlı olmadığı kanısına vardılar.\r\n\r\nBaşbakan şimdi hangi gerekçe ve mantıkla bilgi çağını yakalamak için çabalayan Türkiyenin çocuklarını aynı tezgahtan geçirmek istiyor?\r\n\r\n* *Ê *\r\n\r\nBaşbakan, hepimizin bildiği gibi Atatürkün gösterdiği Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak hedefini ağzından düşürmüyor.\r\n\r\nAma aynı zamanda Türk kadınlarının örtünmesini savunuyor, ailesinde bunun uygulamasını yaparak kadınlarımızı o yönde yürümeleri için teşvik ediyor.\r\n\r\nDünyadaki hangi muasır medeniyet kadınlarının örtünmesi için çaba harcıyor?\r\n\r\nMüslüman ülkelerdeki kadınlar bile modern giyim kuşam özlemi ile yanıp tutuşurken...\r\n\r\nTürkiye Avrupa Birliği ile bütünleşmek için varını yoğunu ortaya koyarken...\r\n\r\nBu geri gitme özleminin akılla, mantıkla bağdaşır yanı var mı?\r\n\r\n* *Ê *\r\n\r\nErdoğan Amerikada CNN Televizyonu ile yaptığı canlı söyleşide sanırım ülkesini dünyaya şikáyet eden ilk başbakan oldu. \r\n\r\nTürkiyeye döndükten sonra aynı şikáyeti AB elçilerine verdiği yemekte de yaptı. \r\n\r\nHedefinin ülkesini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak olduğunu ikide bir açıklayan, Türkiyeyi bir uygarlık projesi olan Avrupa Birliğine sokmak istediğini söyleyen bir Başbakan, türbana özgürlük tanınmadığını iddia edip ülkesini Batılılara şikáyet eder mi?\r\n\r\nÜlkesinde Diyanet İşleri Başkanlığının gözetim ve denetiminde 5 bin Kuran kursu varken...\r\n\r\nBuralarda on binlerce küçücük çocuğa papağan gibi anlamadıkları dilde Arapça Kuran ezberletilirken...\r\n\r\nKalkıp da, kaçak Kuran kurslarının serbest bırakılmasına gösterilen tepkiler için Tommiks, Teksas okumak serbest de Kuran okumak neden yasak diyebilir mi?\r\n\r\nDerse, bunun için yorum yapılabilir mi?\r\n\r\nBence bunu Erdoğana yönelik en ufak eleştiriye bile tahammül edemeyenler vicdanlarında yapmalıdırlar.\r\n\r\n\r\nCumartesi günkü yazımda değerli sanatçı Yekta Karanın adı yazım yanlışlığı nedeniyle Yekta Okur olarak çıktı. Kendisinden ve okurlarımdan özür dilerim.\r\n\r\n",
"Türbanlı genç kızın iç dünyası... \r\n \r\n\r\n \r\nKARŞIMDAKİ genç kız 22 yaşında. Başı ve boynu örtülü. Üzerinde uzun kollu bir bluz, topuklarına kadar inen bir etek var. Ayakkabıları orta boy kalın topuklu. \r\n\r\nAçık Öğretim'de iki yıllık bir bölümü bitirmiş. Doğru dürüst bir iş bulamamış. Yeniden sınavlara girmek için hazırlanıyor. İyi bir fakülte kazanmak istiyor. \r\n\r\nAma türbanı nedeniyle endişeli. \r\n\r\n- Bilmiyorum nasıl olacak? Üniversitelerde de türban sorunu var.\r\n\r\n- Kurallar böyle. Bazı formüller bulunabilir. Üniversite içinde türbanı çıkarılıp bere veya peruk takılabilir. Eğer amaç siyasi değilse...\r\n\r\n- Benim için örtünmek hiçbir zaman siyasi olmadı. Buna karşıyım. Bir formül bulunması gerektiğine ben de inanıyorum. \r\n\r\nSonra sustu. Bir süre düşündü.\r\n\r\n- Biliyor musunuz Tufan Bey. Ben çok açılmak istedim ama yapamadım. Çevremden çekindim. Ben İmam Hatipliyim ve yıllardan beri kapalıyım. Şimdi açılırsam çevrem beni dışlayabilir. \r\n\r\n- Seni zor durumda bırakacaksa açılma. Ama türbanın okumanı engellemesine de razı olma. Ailene, toplumuna vermen gereken şeyler var. Bunlardan vazgeçme...\r\n\r\n- Hayır, hayır... Kesinlikle vazgeçmem. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nKonuşma üniversitelerden İmam Hatiplere kaydı. Oradaki eylemlere. \r\n\r\n- Benim okuduğum dönemlerde böyle eylemler olmadı. Keşke İmam Hatiplere kız öğrenci alınmasaydı. \r\n\r\n- Politikacıların halt yemesi işte. Zaten İmam Hatipler tümden yanlıştı. Bunlar hep oy toplamak uğruna yapıldı. \r\n\r\n- Aldılar o kızları, örtünmelerine ses çıkarmadılar, şimdi de açılın diyorlar. Çevrenin baskısı ne olacak? Yıllardan beri kapalı yaşayan bir insanın açılması kolay mı? \r\n\r\nİmam Hatip'teki öğrencilerin durumunu kendi zorluklarıyla örtüştürüyor.\r\n\r\n- Benim babam açık fikirlidir. Örtünmemi istemedi. Annem zorladı beni. İmam Hatip'e de o gönderdi. \r\n\r\nBelli ki yaşıtlarından ayrı bir dünyaya düşmek, sınırlamalar nedeniyle gençliğini özgürce yaşayamamak onu mutsuz ediyor. \r\n\r\n- Bilir misiniz, bizim İmam Hatiplerde de öteki liseler gibi gırgırlar, haylazlıklar olur. \r\n\r\n- Mutlaka... Siz de gençsiniz. \r\n\r\n- Örneğin biz de çok kırdık okulu. Biz de gizli gizli sigara içtik. Biz de çok ceza yedik. Bizim de erkek arkadaşlarımız oldu. \r\n\r\n- Bütün bunlar doğal. \r\n\r\n- Bizim okulda duymadım ama öteki İmam Hatip liselerinde çocuk aldıran arkadaşlarımız bile oldu. Birçok lisede olduğu gibi. \r\n\r\n- Onlar sıradışı olaylar. Onaylanacak şeyler değil. \r\n\r\n- Kuşkusuz değil. Onayladığım için söylemiyorum. Ama liselerde oluyor bütün bunlar. İmam Hatiplerde de oluyor. Onu vurgulamak istiyorum. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nSonra genel konulara giriyor. Kafasında çözemediği sorunlara yanıt arıyor. \r\n\r\n- Bir insanın inançsız yaşayabileceğini aklım almıyor. Örneğin ateistler. \r\n\r\n- Onların da inançları var. Tanrı değil ama başka bir ideal. Örneğin insanlara hizmet etmek, bilime, doğaya, sanata yönelmek gibi... Unutma ki dünyada tanrısı olmayan milyarlarca insan var. Örneğin Japonlar, Çinliler, Hindular...\r\n\r\n- Ama ben inançla yetiştiğim için aklım almıyor. Örneğin camiye girince içimi bir huzur kaplıyor, mutlu oluyorum. Sizin de oluyor mu?\r\n\r\n- Oluyor tabii... Yalnız senin değil, her Müslümanın olur. \r\n\r\n- Ama kiliseye girince aynı duyguları duyamıyorum. Oysa kilise de dinimizce kutsaldır.\r\n\r\n- Caminin bize sıcak gelmesi doğal. Bir Hıristiyan da kiliseye girince bizim camiye girdiğimizde duyduğumuz duyguları duyuyor. \r\n\r\nTürbanlı genç kızla konuşmamız çok daha uzun. Ben burada gündemdeki türban eylemlerine bazı pencereler aralayan bölümleri özetlemeye çalıştım. (Genç kızın kimliğinin anlaşılmaması için mekán ve bazı isimleri özellikle yazmadım.)\r\n \r\n",
"Bu Galatasaray da çok oluyor ama... \r\n \r\n\r\n \r\nİTALYANLARIN saldırılarının altında yatan psikoloji, Avrupalıların kendileri dışındaki toplumları ikinci sınıf görme alışkanlığından kaynaklanmaktadır.\r\n\r\n\r\nNasıl olur da daha birkaç yıl öncesine kadar çantada keklik olarak gördükleri Türk takımlarından biri onlara, hem de kendi sahalarında kafa tutabiliyor?\r\n\r\nRoma Olimpiyat Stadı'nda nasıl oluyor da onların Şampiyonlar Ligi'ndeki yolunu kesme cüretini gösterebiliyor?\r\n\r\nEvet, evet bu Galatasaray da çok oluyor.\r\n\r\nİtalyanları futbolcusuyla, yöneticisiyle, gazetecisiyle ve en vahimi polisiyle gözleri dönmüş saldırganlar ordusu haline getiren psikoloji işte budur.\r\n\r\nŞimdi şu soruyu vicdanlı ve de mantıklı UEFA yöneticilerine soralım:\r\n\r\n- Aynı olaylar Ali Sami Yen'de olsaydı, İtalyan futbolcular coplanıp yerlerde sürüklenseydi UEFA'nın tutumu ne olurdu?\r\n\r\nBu soruya dürüstçe yanıt verecek bir UEFA yetkilisi çıkacağını sanmıyorum.\r\n\r\nO zaman yanıtı ben vereyim:\r\n\r\n- UEFA hiç zaman yitirmeden toplanır ve Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nden çıkarılır, 3 yıl da bu şampiyonaya katılmama cezasına çarptırılırdı.\r\n\r\n- Bunun dışında bütün dünya basını Türkleri barbar olarak ilan eder, Avrupa'nın bütün takımları İstanbul'da maç yapmayacaklarını ilan ederlerdi.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nAllah'tan Roma'daki olaylar dünyanın gözleri önünde oldu.\r\n\r\nAma bakalım Batılı ülkeler olayları hangi gözlükle görecekler?\r\n\r\nRoma takımına kesin olarak ağır bir ceza verilmesi gerekirken kimbilir nasıl bin dereden su getirilecek?\r\n\r\nRoma'nın suçunu küçültmek için kimbilir nasıl akla hayale gelmez bahaneler bulunacak?\r\n\r\nSenaryo üstüne senaryo uydurulacak.\r\n\r\nSonuç olarak benim önerim şu:\r\n\r\n- Hüsrana kapılmamak için sakın Galatasaray'ın haklılığını teslim edecek bir karar beklentisi içine girmeyin.\r\n\r\n- Hatta UEFA'dan Galatasaray'a da ceza gelirse sakın şaşırmayın.\r\n\r\nNOT YORUM\r\n\r\nDaha önce neredeydiler\r\n\r\nBİR şeyi merak ediyorum; Korkut Eken'e destek veren sayın paşalarımız uzun yargılama süreci içinde nerelerdeydiler?\r\n\r\nNeden aylarca suskun kaldılar?\r\n\r\nNeden o günlerde savcıya başvurup ifade vermediler ve mahkemede tanıklık yapmak istediklerini söylemediler?\r\n\r\nYorumsuz\r\n\r\nAgah Oktay Güner (ANAP Balıkesir Milletvekili):\r\n\r\nÇiller, Türk hanımefendilerine yakışır edep ve üslupla konuşursa kendisini dinlemeye değer bulacağız. (2 Mayıs 1997)\r\n\r\nAgah Oktay Güner (ANAP Balıkesir Milletvekili):\r\n\r\nÇiller bir ruh ve sinir hastalıkları kliniğine müracaat etsin. Hem partisini, hem kendisini, hem de memleketi kurtaracak bir tedaviyle salah görürse siyasete dönsün. (26 Eylül 1997)\r\n\r\nAgah Oktay Güner (DYP Milletvekili):\r\n\r\nGüzeller güzeli Çiller. (9 Mart 2002)\r\n \r\n",
"Olağanüstü Alicia \r\n \r\n\r\n \r\nNE matematik dehası John Forbes Nash Jr'ın derin bir hastalığa tutulan aklını yenmek için gösterdiği insanüstü savaş, ne yaşamdan koptuğu 30 yılda çektikleri, ne yarattığı Oyun teorisi ne de kazandığı Nobel ödülü...\r\n\r\nBunların hiçbiri beni Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filminin kadın kahramanı Alicianın güçlü kişiliği kadar etkilemedi.\r\n\r\nFilmi izlemeyenler için konuyu kısaca özetlemem gerekiyor.\r\n\r\nJohn Nash ünlü Princeton Üniversitesi'nin matematik bölümüne kaydolur. \r\n\r\nSıradışı bir beyin olduğu için onun öğrenciliği de sıradışıdır. \r\n\r\nÜniversitede öğretim görevlisi olarak kalan Nash kısa sürede modern ekonomide devrim yaratan teorisiyle ünlenir. \r\n\r\nTıp fakültesi öğrencisi güzel Alicia'ya rastlayınca yaşamında bilimin dışında bir sayfa daha açılır. \r\n\r\nAlicia'ya áşık olan Nash onunla evlenir. Bir çocukları olur. \r\n\r\nAma bu mutluluk çok kısa sürer ve Nash paranoyak şizofreniye yakalanır. \r\n\r\nYaşamı altüst olur. Çevresiyle bağlantısı kopar ve tam 30 yıl sürecek bir sessizlik girdabına yuvarlanır. \r\n\r\nOnu bir gün fakülteden karga tulumba alarak akıl hastanesine kapatırlar. Uzun tedaviler bir sonuç vermez. \r\n\r\nNash, hastanede ömrünü yitiren binlerce şizofreni hastası gibi yok olmakla karşı karşıya kalır. \r\n\r\nAma buna karısı Alicia izin vermez ve Nash'ı zorlu bir savaşa zorlar. \r\n\r\nNash çileli yıllar geçirdikten sonra bu olağanüstü savaşı kazanır ve üniversiteye döner. Çalışmalarına bıraktığı yerden devam eder. \r\n\r\n1994 yılında da 66 yaşında Nobel'i kazanır. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nAkıl Oyunları ünlü matematik bilgini Nash'ın gerçek yaşam öyküsüdür. \r\n\r\nNash bugün 74 yaşındadır, karısı Alicia ve oğlu ile ülkesi Amerika'da mutlu bir yaşam sürmektedir.\r\n\r\n36 yaşında yakalandığı hastalık sonucunda yok olmakla karşı karşıya kalan bu deha, düştüğü dipsiz kuyudan nasıl kurtulup başarının doruklarına çıkabilmiştir?\r\n\r\nBu mucizenin yaratıcısı olağanüstü bir kadın olan karısı Alicia'dır. \r\n\r\nNash hastaneden taburcu olduktan sonra evinde çevresinden kopuk olarak yaşarken yeniden kuruntular dünyasında yolunu kaybeder. \r\n\r\nÇocuğu ve karısı için tehlikeli olmaya başlar. \r\n\r\nDoktorlar onu yeniden hastaneye kapamaya karar verirler. Nash yeniden o soğuk odalara dönmek istemez. Ama çaresizdir. \r\n\r\nİşte o anda Alicia girer devreye...\r\n\r\nBüyük bir sevgiyle bağlı olduğu kocasının elini tutar ve hastalığı birlikte yenebileceklerini söyler. \r\n\r\nNash karısından aldığı güçle savaşı kabul eder. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nOndan sonra büyük bir irade sergilemeye ve aklıyla boğuşmaya başlar. \r\n\r\nKarısı Alicia ise insanüstü bir sabır ve direnç göstererek kocasının savaşında onunla omuz omuza dövüşür. \r\n\r\nAlicia ailenin bütün yükünü sırtlanır, bununla da kalmaz Nash'ı inanılmaz bir inatla yeniden yaşama dönmesi için sürekli yönlendirir. \r\n\r\n30 yıl sonra 1994'de Nash aklını kemiren şizofreninin prangalarından kurtularak bilincine kavuşur ve üniversiteye döner. \r\n\r\nAlicia'nın olağanüstü irade gücü ve desteğiyle çalışmalarını sürdüren Nash aynı yıl Nobel'i kazanır. \r\n\r\nÖdül gecesi mikrofona gelen Nash yüreğinin taa derinlerinden gelen bir sesle bu geceyi karısına borçlu olduğunu söyler.\r\n\r\nAlicia ise mucizeyi yaratan bir kadın gibi değil, büyük bir alçakgönüllülükle kocasını alkışlar. İnsan iradesinin aşamayacağı bir engel olmadığını bir kez daha kanıtlayan Alicia işte bu yüzden beni çok etkiledi. \r\n \r\n\r\n",
"Yasemin'lerin dramı \r\n \r\n\r\n \r\nİYİ bir ailenin çocuğunun karmakarışık ortamlarda, karmakarışık insanlar tarafından yerlerde sürüklenmesi, tokatlanması iç paralayan bir olay. \r\n\r\nYasemin Kozanoğlu'nun yaşadıkları, içine düştüğü acıklı durum bana gençlik yıllarımda tanık olduğum bir arkadaşımın başına gelenleri anımsattı. \r\n\r\nOrtaokul yıllarında bir arkadaşım vardı. Çok zeki ve akıllı bir çocuktu. \r\n\r\nNeşeli, gırgır, cin gibi bir oğlandı. \r\n\r\nOnu ders çalışırken hep kıskanırdım. Çünkü hepimizden çok daha az çalışır ama ertesi gün derste hepimizden yüksek not alırdı. \r\n\r\nO kadar zekiydi ki bizim saatlerce çalışmak zorunda kaldığımız konuları o çok daha kısa zamanda bizden iyi yüklerdi belleğine. \r\n\r\nBize her gün Fransızça şiir ezberletirlerdi. Ertesi gün tek tek tahtaya kalkar bu şiirleri okurduk. \r\n\r\nBen ezberden nefret ettiğim için hep şaşırır ve şiiri zar zor bitirebilirdim. \r\n\r\nOysa o arkadaşım benden çok daha az sürede ezberlemesine rağmen su gibi okurdu şiiri. \r\n\r\nO her yıl sınıfın ya birincisi, ya da ikincisi olurdu.\r\n\r\nBu parlak durum ortaokul ikiye kadar sürdü. \r\n\r\nSonra bu arkadaşımızın günden güne artan bir şekilde içine kapandığına tanık olduk. \r\n\r\nDersleri de giderek düştü ve o yıl sınıfta kaldı. Sonra okuldan ayrıldı bir daha da onu göremedik. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nSonradan öğrendik ki annesi ile babası bir yıl önce ayrılmışlar. Bizim arkadaş babası ile kalıyormuş. \r\n\r\nAnnesi ise bir başka kentte yaşayan ailesinin yanına taşınmış. Sonra da bir başkasıyla evlenmiş galiba...\r\n\r\nBabası ise onunla hiç ilgilenmemiş. Kadınlarla gezmeye başlamış. \r\n\r\nBizim arkadaş tek başına kalakalmış. Doğal olarak aile düzeni bozulduğu için delikanlılığa yeni yeni adım attığımız bir dönemde okul dışından birtakım arkadaşlar edinmeye başlamış.\r\n\r\nZaman zaman okula hiç gelmediği günler de oluyordu. \r\n\r\nBabası kendisini rahatsız etmesin diye ona bol bol para veriyormuş. \r\n\r\nO da okul dışından edindiği arkadaşlarıyla kendini serseriliğe vurmuştu.\r\n\r\nBiz onun yaşadığı dramı o günlerde bir türlü anlayamadık. \r\n\r\nSonuçta bu iş yürümedi ve o kadar başarılı olan çocuk hem sınıfta kaldı, hem de okuldan atıldı. \r\n\r\nAnnesinin yanına gittiğini duyduk. Bir daha da ondan haber alamadık. \r\n\r\nAma sonuçta o zeki çocuk ailesinin dağılması nedeniyle ziyan oldu gitti. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nYasemin Kozanoğlu dramının altındaki nedenin de bu olduğunu sanıyorum. \r\n\r\nİyi, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Yasemin'in de annesi ile babası o daha çocukken evliliği götüremeyip ayrılmışlar. \r\n\r\nÇocuk da doğal olarak ortada kalmış. Kendi ifadesine göre Yasemin'i anneannesi ile dedesi büyütmüş. \r\n\r\nAma anne baba sevgisinin birleşip bütünleştiği aile ortamları olmadığı zaman çocukların ruhsal yapıları böyle depremlere dayanamıyor çoğu zaman. \r\n\r\nBu durumda olan binlerce, on binlerce çocuk var çevremizde. \r\n\r\nAnne babalar, çocukları için evliliklerini sürdürme özverisinde bulunmalılar. \r\n\r\nÇünkü sonuçta olan, çocuklara oluyor. \r\n\r\nİşte en taze örnek... Pırıl pırıl bir genç kız Yasemin Kozanoğlu ama düştüğü hallere bakın.\r\n\r\nBirtakım gece kulüplerinin kapı önlerinde, birtakım adamlar tarafından yerlerde sürükleniyor, tokatlanıyor.\r\n\r\nYasemin'lerin ortak dramı sevgi dolu aile ortamından yoksun kalmaları. \r\n \r\n",
"Şaron, Arafat ve uzaklardaki kovboy... \r\n \r\n\r\n \r\nİSRAİL halkı Ariel Şaron'u seçmenin, Filistin halkı da terör örgütleri karşısında Arafat'ın aciz kalmasının faturasını ödüyor.\r\n\r\nŞaron tarihe adını kanla yazdırırken, Arafat toplumunun terör örgütlerinin oyuncağı haline gelmesine izin veren lider oluyor. \r\n\r\nEğer İsrail halkı sözlerine kanıp Şaron'u seçmeseydi, Arafat da terör örgütlerine karşı direnebilseydi bugün bölge kan, ölüm ve gözyaşı içinde boğulmazdı. \r\n\r\nArtık barış bir hayal olarak çok gerilerde kaldı. \r\n\r\nTaraflar daha çok öldürme, daha fazla kan akıtma şizofrenisine tutulmuş durumdalar.\r\n\r\nŞaron şavaşların içinden gelmiş bir insan. Sorunların barışla çözüleceğine inanmıyor. \r\n\r\nBöyle bir politikacıya bir milletin kaderi teslim edilmemeliydi. \r\n\r\nAma İsrail halkı etti. Sonuç ortada. \r\n\r\nArafat ise yaşamı boyunca terörle yoğrulmuş bir insan. Yıllarca terörü silah olarak kullanmış. \r\n\r\nBugün kendi terör yapmıyor ama içinde barınan terör örgütlerine karşı inandırıcı bir mücadele vermiyor. \r\n\r\nBunun da sonucu ortada. \r\n\r\nYaşlı lider yıllardan beri tırnaklarıyla tırmanarak kazandığı bütün mevzileri yitirdi. \r\n\r\nBugün bir bodrum odasında tutsak. \r\n\r\nFilistin topraklarından çok uzaklara sürgün edilmesi güçlü bir olasılık.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBugün İsrail'in yürüttüğü acımasız operasyon masum insanları da hedef alıyor.\r\n\r\nTıpkı dalga dalga gelen intihar saldırılarının masum insanları paramparça etmesi gibi. \r\n\r\nOlaylar yalnız bugünün insanlarına acı vermiyor, gelecek nesillere de beyinlerden kazınmayacak kin ve düşmanlık duyguları aşılıyor. \r\n\r\nArap álemine gelince...\r\n\r\nFilistin halkının çektikleri umurlarında değil. Cılız seslerin ötesinde bir tepki yok. \r\n\r\nO kadar ki gazeteler Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in Arapların bu tepkisizliği yüzünden bunalıma girdiğini yazıyor. \r\n\r\nHaberlere göre Salih Arap áleminin İsrail'den duyduğu korkuyu protesto etmek için kendini makamına kitlemiş, telefonlara bile çıkmıyormuş. \r\n\r\nŞaron kararlı, Bu işi kanla bitireceğim diyor.\r\n\r\nArafat'ın ise şu anda eli kolu bağlı. Yapacağı bir şey yok. \r\n\r\nBu çılgınlığı ancak ve ancak Amerika durdurabilir. \r\n\r\nAma ne yazık ki orada da işin başında dünyadan habersiz bir kovboy var. \r\n\r\n\r\nNOT YORUM \r\n\r\n\r\nİstanbul polisinin büyük başarısı \r\n\r\n\r\nİSTANBUL gibi karmakarışık dev bir kentte banka soyguncularını bu kadar kısa zamanda yakalayan Hasan Özdemir ile ekibi çok büyük bir başarıya imza attı.\r\n\r\nBu işin ne kadar zor olduğunu, nasıl bir uzmanlık yetisi istediğini polis muhabirliğinden geldiğim için çok iyi bilirim. \r\n\r\nGelir dağılımının uçurumlar yarattığı, adaletsizliklerin diz boyu olduğu bu dev kentte polisin işi hiç de kolay değil. \r\n\r\nHasan Özdemir ve ekibini kutluyorum. \r\n \r\n",
"Kabus geceleri \r\nÖNCE salı gecesini anlatmalıyım. Gazeteden 18.30'da çıkarken kapıda karşılaştığım bir arkadaş Sakın çıkma. Herkes perişan halde geri dönüyor dedi. \r\n\r\nAldırmadım, Bir türlü giderim canım dedim ve çıktım.\r\n\r\nÇıkmaz olsaydım. Bizim Mahmutbey Kavşağı kilitli olduğu için yukarı, Güneşli taraflarına vurduk. \r\n\r\nOraları görmediyseniz anlatayım. Hani zaman zaman Kuzey Irak'taki eciş bücüş kentlerden görüntüler veriyor ya televizyonlar, inanın onlardan besbeter. \r\n\r\nAdlarını bile bilmediğim semtlerde, caddelerde kaybolduk. Simsiyah yollara girdik ve oralarda saatlerce bekledik. \r\n\r\nArabayı kullanan arkadaşla birlikte sinirlerimizi bozmamak için birbirimizi şöyle yüreklendirdik:\r\n\r\nYüz metre ilerde bir kavşak var. Orayı geçersek yol açılır.\r\n\r\nHer kavşağı atladığımızda değişen bir şey olmadı ama biz hep bir sonraki kavşağa umut bağlayarak santim santim ilerlemeye devam ettik. \r\n\r\nTam iki buçuk saat. Bir kilometrelik mesafeyi, yanlış okumadınız tam iki buçuk saatte alarak TEM Otoyolu'na fıttırmadan ulaşmayı başardık. \r\n\r\nKafayı yemedik ama İstanbul'un gelmiş geçmiş bütün yöneticilerinin kulaklarını bol bol çınlattık. \r\n\r\nTEM'e çıktıktan sonra on beş dakikada Etiler'e ulaştık. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nDurun, kábus bitmedi. Bir gün sonra yani çarşamba akşamı Yeditepe Üniversitesi'nde Fikret Ercan'la birlikte juri üyeliğini yaptığımız Genç İletişimciler Yarışması'nın ödül törenine gitmeye kalktık. \r\n\r\nBir gün önceki deneyimlerimiz nedeniyle Fikret'le saat 18.00'de yola koyulduk. \r\n\r\nTEM kilit. Adım adım ilerliyoruz. Bir saat, iki saat, üç saat...\r\n\r\nBu arada radyodan dinlediğimiz Galatasaray maçı bitti. Beşiktaş maçı başladı. \r\n\r\nGalatasaray'la dalga geçiyoruz. Ben Fenerbahçeli, Fikret Beşiktaşlı olduğu için ikimizin de keyfine diyecek yok. \r\n\r\nKıkır kıkır gülüyoruz. \r\n\r\nKöprüye iki yüz metre kala iyice durduk. Saat 21.10... \r\n\r\nKöprüye girmek gafletinde bulunsak Yeditepe Üniversitesi'ne ulaşabilmek için en az bir, bir buçuk saat daha sürüneceğiz. \r\n\r\nO saate kadar törenin sona ereceğini, insanların dağılacağını hesapladık ve Etiler çıkışından saptık. \r\n\r\nEve geldikten sonra düşündüm. İstanbul artık yönetilemiyor. Yani bu kadar insan İstanbul gibi garabet bir kentte yaşamını sürdüremiyor. \r\n\r\nBu koskoca köyü bir salgın hastalıktan kesin olarak Tanrı koruyor. \r\n\r\nBir de şunu düşündüm: Bu kenti tam on yıldır bugün iktidarda olan anlayış yönetiyor. \r\n\r\nİki ay sonraki seçimden sonra İstanbul'u yine bu anlayış yönetecek. \r\n\r\nBu anlayışın yöneticilerine bakıyorum. Kimi kokteyl kokteyl dolaşıyor, kimi uyuyor, kimi hacca gidiyor, kimi işi gücü terklemiş belediye başkanı olmak için uğraşıyor.\r\n\r\nBu kafayla yönetilen güzelim İstanbul da her geçen gün çağından kopuyor. \r\n\r\n\r\nGeçmişler olsun \r\n\r\n\r\nANAYASA Mahkemesi TÜBİTAK'taki hukuksuzluğa Dur demek için toplanıp yürütmeyi durdurma kararı verinceye kadar atı alan AKP iktidarı Üsküdar'ı çoktaaaan geçti... \r\n\r\nTÜBİTAK da uçtuuuu gitti. \r\n\r\nAnayasa Mahkemesi'nin sayın üyeleri... Hepinize günaydınlar olsun efendim. \r\n",
"Avrupa Birliği ve gemlenemeyen hırslar \r\n\r\n \r\nHİÇ kuşku duyulmasın gelecek kuşaklar, yani çocuklarımız, onların çocukları, Bahçeli ile Çiller'i hiç de hayırla yád etmeyecekler.\r\n\r\nHer iki lideri de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesine engel olan politikacılar olarak anacaklar.\r\n\r\nOnların safında yer alan pek çok insandan ise sadece onların yandaşları olarak bahsedilecek.\r\n\r\nTarih ikisinin adını öne çıkaracak.\r\n\r\nAvrupa Birliği, Türkiye'nin yazgısını baştan sona değiştirecek bir olay. \r\n\r\nTürkiye haziran ayında ya Avrupalı olma belgesi alacak, ya da üyelik görüşmeleri belirsiz bir tarihe bırakılacak.\r\n\r\nİşte Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğuna inanan insanların bütün telaşı buradan kaynaklanıyor.\r\n\r\nÖnümüzdeki üç ay içinde Türkiye'nin yazgısı bir daha geri dönülmeyecek biçimde şekillenecek.\r\n\r\nDevlet Bahçeli, Tansu Çiller ve yandaşları, iç politika uğruna veya bazı vehimleri yüzünden bu ülkeye ne kadar büyük kötülük ettiklerinin farkındalar mı bilmiyorum.\r\n\r\n* * *\r\n\r\n21-22 Haziran'da Sevilla'da yapılacak Avrupa Birliği zirvesi bizim için bir dönüm noktası özelliği taşıyor.\r\n\r\nBu zirvede ya Türkiye'ye tam üyelik görüşmelerinin başlama tarihi bildirilecek, ya da görüşmeler belirsiz bir tarihe bırakılacak.\r\n\r\nZirveden tam üyelik için bir tarih çıkarsa bu iş bitti demektir. Çünkü bundan dönüş yok.\r\n\r\nTürkiye belirlenen tarihte tam üyelik görüşmeleri için masaya oturacak ve süreç sonunda Avrupa'nın bir parçası olacak.\r\n\r\nBu takvim belirlendikten sonra Türkiye'nin üyeliğinden ne Avrupa Birliği vazgeçebilecek, ne de Türkiye...\r\n\r\nİşte bu yüzden mart sonuna kadar Avrupa Birliği'ne yaptığımız kısa vadeli taahhütleri yerine getirmek, bizim için bir ölüm kalım meselesi.\r\n\r\nBunu bitiremezsek Sevilla'da tam üyelik tarihinin çıkması olanaksız.\r\n\r\nAcaba Bahçeli ile Çiller ve onlar gibi bu işi bilerek ya da bilmeyerek engelleyenler, işin bu kadar kritik bir noktada olduğunun farkındalar mı?\r\n\r\n* * *\r\n\r\nOy toplama uğruna Apo'yu asalım naraları atabilmek için çocuklarımızın, torunlarımızın yarınlarını karartmayı göze almaya değer mi?\r\n\r\nTürkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi durumunda üniter devlet yapısının bozulmayacağını, tersine daha da güçleneceğini bilmiyorlar mı?\r\n\r\nAvrupa Birliği içinde olmanın Türkiye'ye 5-10 yıl içinde çağlar atlatacağını görmüyorlar mı?\r\n\r\nBal gibi biliyorlar ve görüyorlar.\r\n\r\nO zaman niye karşı çıkıyorlar ve niye bu tarihsel fırsatı Türkiye'nin kaçırıp bir Ortadoğu ülkesi olması için çabalıyorlar?\r\n\r\nİdam cezasında ısrar, AB defterini kapatmak demek. Çocuklar bile bunun farkında.\r\n\r\nO nedenle asalım sonra kaldıralım mantığı tam bir şark kurnazlığıdır.\r\n\r\nZaten Türkiye 1984 yılında Avrupa Konseyi'ne sunduğu moratoryumda ölüm cezalarının infaz edilmeyeceği güvencesini verdi.\r\n\r\nBu moratoryuma uyularak o tarihten bugüne kadar bir tek infaz yapılmadı.\r\n\r\nProf. Bakır Çağlar'ın belirttiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye lehine karar verse bile moratoryum çerçevesinde idam yapılamaz.\r\n\r\nÇünkü o zaman her şey biter.\r\n\r\nSanırım Bahçeli, Çiller ve onlar gibi düşünenler bunu biliyordur.\r\n\r\nAma ne acıdır ki gemlenemeyen hırslar, bazen kişisel çıkarları ülke çıkarının önüne geçiriyor. \r\n\r\n \r\n\r\n",
"Saddam, Taliban değil \r\n \r\n\r\n \r\nTOPLA tüfekle yaparsa onu bilemem ama Amerika, Saddam'ı bir halk ayaklanması çıkarıp devireceğini düşlüyorsa fena halde yanılıyor.\r\n\r\n\r\nÇünkü Irak halkı, Saddam'ı seviyor. Astığı astık kestiği kestik diktatörün sağladığı düzenden de şikáyetçi değil. Hatta memnun. \r\n\r\nBen 1994 yılında kalabalık bir işadamı ve gazeteci grubuyla Bağdat'a gitmiştim. O günler ambargonun en katı bir şekilde uygulandığı günlerdi. \r\n\r\nHemen her kesimden insanla konuştum, çarşıda pazarda saatlerce dolaştım. \r\n\r\nBağdatlı bir işadamının evinde verdiği yemeğe de katılma olanağı buldum. \r\n\r\nSaddam hakkında olumsuz bir hava görmedim. Sadece bazı aydınlar, üstü örtülü şikáyetlerde bulundular.\r\n\r\nBir gün bir taksiye bindik. Konuşmalarımızdan bizim Türk olduğumuzu anlayan taksi şoförü, inerken hiç unutmam şöyle dedi:\r\n\r\nSiz Türk'sünüz. Heyetinizin geldiğini televizyonda izledim. Saddam belki sizi kabul eder. Eğer onunla konuşursanız, lütfen benim onu çok sevdiğimi ve her gün onun için dua ettiğimi söyleyin kendisine.\r\n\r\nŞoförün bu içten sözlerinin düzmece olabileceğini hiç sanmıyorum. \r\n\r\nHemen her konuştuğum insandan buna benzer sözler duydum.\r\n\r\n* * *\r\n\r\n1994'ten bu yana Irak halkının duygularında bir değişiklik olup olmadığını öğrenmek için Bağdat'ta büyükelçilik yapmış olan emekli diplomatımız Nüzhet Kandemir'i aradım.\r\n\r\nNüzhet Bey, Bağdat'a son olarak altı ay önce gitmiş.\r\n\r\nDurumda bir değişiklik yok, hatta halk Saddam'ın etrafında daha da kenetlenmiş dedi ve şunları anlattı:\r\n\r\nIrak, üçüncü ülkelerin yüzeysel değerlendirmeleriyle anlaşılabilecek bir ülke değil. Halkın her saniyesinde Saddam var. Saddam da halka kötü davranmıyor. Örneğin, ev yapıp kötü yerlerde yaşayanları oralara yerleştiriyor, bedava sağlık hizmeti veriyor, belediye hizmetlerinin büyük bölümü de bedava. Benim gördüğüm bir memnunsuzluk yok.\r\n\r\nIrak halkının bu kadar sıkıntılara rağmen hálá Saddam'ı tutmasının nedenleri, ancak o ülke görülünce anlaşılabiliyor.\r\n\r\nSaddam, ambargonun verdiği sıkıntıları halka hissettirmemek için çok pratik yöntemler bulmuş. \r\n\r\nÇarşı pazarı sıkı bir denetim altında tutuyor. Keyfi zam yok. Halka gıda yardımı yapıyor. Yolsuzluğa, karaborsaya izin vermiyor, halkı kazıklamaya kalkanların kellesini uçuruyor.\r\n\r\nBir de ambargoyu, Irak halkının dünyaya karşı direnme, emperyalistlere kafa tutma aracı olarak kullanıyor.\r\n\r\nBeyinleri sürekli ulusal savaş veriyoruz propagandasıyla yıkıyor, milliyetçi duyguları körüklüyor.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nNüzhet Bey'in ilginç bir değerlendirmesi de şöyle:\r\n\r\nİncirlik'ten kalkan Amerikan uçaklarının her attığı bomba, halkın Saddam'ın etrafında daha çok kenetlenmesini sağlıyor.\r\n\r\nDoğal olarak halk, bu bombaların sorumlusu olarak da Amerika'dan çok Türkiye'yi görüyor.\r\n\r\nTürkiye izin verdiği için Amerika'nın bombaladığına inanıyor.\r\n\r\nAyrıca düşündürücü bir durum daha var. Irak yönetimi, Kuzey'de egemen değil. Bu yüzden orada resmi olmasa da bir Kürt devleti kurulmuş.\r\n\r\nÜstelik Habur'dan Irak'a geçen her araç, bu sözde devlete haraç vermek durumunda kalıyor.\r\n\r\nRakam az buz değil, yılda 300-350 milyon dolar. \r\n\r\nKürt bölgesinden geçmeyip doğrudan Irak topraklarına açılan ikinci bir sınır kapısına ise Amerika şiddetle karşı çıkıyor.\r\n\r\nÇünkü bu kapının açılması ile Kürtlere verdiğimiz haraç ortadan kalkacak, Amerika bölgeye yaptığı yardımı artırmak zorunda kalacak.\r\n\r\nYani Amerika, kendi vereceği parayı Türkiye'ye ödettiriyor.\r\n\r\nBiz de bilinen nedenlerden buna razı oluyoruz.\r\n \r\n\r\n",
"Yüzde 25le cumhurbaşkanı olmaya kalkılırsa... \r\nBAŞBAKANa bakarsanız Başkan Bushla yaptığı görüşme son derece verimli geçti. \r\n\r\nBir sonuç çıkmadı diye yorumlar yapan Amerikalı stratejistler, Beyaz Saraya yakın olan uzmanlar, olumlu yazmak zorunda olmayan Amerikalı ve Türk gazeteciler hepsi konuyu Başbakanın deyimiyle speküle ediyorlar.\r\n\r\nBen Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına inanırım. \r\n\r\nO nedenle geziden bir sonuç çıkmadı diyenlerin (bunların arasında ben de varım) yanıldığını kabul ediyorum! \r\n\r\nDoğruları söyleyenler Başbakanın çevresindeki bir avuç insan bile olsa onların dedikleri ve yazdıkları tamamen gerçeği yansıtıyor! diyelim ve bu konuyu geçelim.\r\n\r\nŞimdi esas soruna, cumhurbaşkanlığı seçimine gelelim ve biraz bu işe kafa yoralım.\r\n\r\nBence AKP 2007ye kadar dayanabilirse Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilir. \r\n\r\nSakın kimse bir ihtilal filan beklediğimi sanmasın. Kendisinden öncekiler gibi bu iktidarın da erken seçime gitmek zorunda kalacağına inanıyorum.\r\n\r\nOnun için AKP normal seçim tarihi olan 2007 Kasımına kadar dayanamaz diye düşünüyorum. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nErdoğanın iddiasını esas alalım ve seçimin 2007de yapılacağını kabul edelim. \r\n\r\nBu durumda 2007 Mayısında cumhurbaşkanını bu Meclis seçecek. \r\n\r\nBu Meclis seçtiği zaman da Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı, Emine Hanım da First Lady olacak.\r\n\r\nBildiğiniz gibi Erdoğanın partisi seçime katılanların yüzde 34.28inin oyunu alarak tek başına iktidar oldu. \r\n\r\nBuna karşın AKP Meclisteki sandalyelerin yüzde 65ini kazandı. Bu seçim sisteminin azizliğinden kaynaklandı. \r\n\r\nKuşkusuz bunun suçu AKPye değil, geçmiş iktidarlara aittir.\r\n\r\nBir de partilerine kızdıkları için sandığa gitmeyen 10 milyon seçmen var. Bu seçmenlerin tamamına yakını AKP karşıtı. \r\n\r\nEğer bu seçmenler sandığa gitmiş olsaydı AKPnin aldığı oy yüzde 25 olacaktı. \r\n\r\nBu durumda AKP bırakın Mecliste yüzde 65 sandalye kazanmayı, tek başına iktidar bile olamayacaktı. \r\n\r\nBugün AKP yüzde 25 oyla tek başına iktidar, Erdoğan da yüzde 25le başbakan.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBaşbakanın Millet bize yetki verdi. Biz istediğimizi yaparız yollu meydan okumasının demokrasi açısından ne kadar havada kaldığını düşünün. \r\n\r\n2007 Mayısına kadar AKPnin yıpranmasını düşünürseniz bu yüzde 25 oranı daha da aşağılara düşer. \r\n\r\nHadi düşmediğini varsayalım. Eğer bu Meclis cumhurbaşkanını seçerse Erdoğan seçmenin sadece yüzde 25inin iradesiyle Çankayaya çıkacak.\r\n\r\nSiyaset erbapları yüzde 25lik bir irade ile 7 yıl cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya kalkmanın ne kadar sıkıntılı olacağını çok iyi bilirler. \r\n\r\nBiz toplum olarak yakın tarihimizde bunun örneklerine Turgut Özalın Çankayaya çıkışında tanık olduk. \r\n\r\nÜstelik Özal, Erdoğan kadar sivrilikleri olan bir insan değildi ve dört eğilimi birleştirerek iktidar olmuştu. \r\n\r\nErdoğan eğer bu koşullarda cumhurbaşkanı seçilmeyi göze alırsa, sahip olduğu dünya görüşü ülkede sürekli gerginliğe neden olacağı için Çankayada rahat oturamayacağını bilmelidir.\r\n\r\nBütün hesap, kitap ve yorumlardan ortaya çıkan sonuç şu: Partilerine kızıp sandığa gitmeyenler acaba Türkiyenin önüne ne kadar büyük bir fatura koyduklarının farkındalar mı? \r\n",
"Yılmaz'ın sıkıntıları \r\n \r\n\r\n \r\nKAPLUMBAĞAYI sırtında heybesi, tozlu Anadolu yollarında görenler sormuşlar:\r\n\r\n- Hayrola nereye?\r\n\r\nKaplumbağa kan ter içinde Hicaz'a demiş.\r\n\r\nSoruyu soranlar gülmüşler:\r\n\r\n- Senin bu hızla Hicaz'a varmaya ömrün yetmez ki...\r\n\r\nKaplumbağa ters ters bakmış:\r\n\r\n- Olsun, varamasam da yolunda ölürüm ya...\r\n\r\nBizim Avrupa Birliği yolculuğumuz da buna benziyor. \r\n\r\nİçte ve dışta bir sürü unsur tam bir birlik içinde Türkiye'nin hızını kesiyor. \r\n\r\nGeçtiğimiz hafta cuma akşamı bir gazeteci grubu ile yemek yiyen Mesut Yılmaz'ın gözlemlediğimiz sıkıntısı bundan kaynaklanıyordu. \r\n\r\nBirileri AB yolunda Türkiye'nin önüne sürekli engeller çıkarıyor. \r\n\r\nVe Türkiye bütün gayretine rağmen bu engelleri bir türlü aşamıyor. \r\n\r\nBen o gece Mesut Yılmaz'ın anlattıklarına, duyduğu endişelere hiç şaşırmadım. Çünkü Yılmaz aylardan beri bu uyarıları hemen her konuşmasında yapıyordu.\r\n\r\nAma dinleyen yok. \r\n\r\nBelli ki son günlerdeki Avrupa Birliği karşıtı koronun çıkardığı ses onun endişelerini artırmış.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nYılmaz'ın anlattıklarını özetlersek bugün geldiğimiz noktada iyimser olma olanağı yok. \r\n\r\nHaziran ve aralık ayındaki Avrupa Birliği zirvelerinde Türkiye'nin yazgısı belirlenecek. \r\n\r\nYa bize tam üyelik görüşmelerinin başlama tarihi verilecek, ya da bu macera belirsiz bir tarihe ertelenecek. \r\n\r\nEğer tarih belirlenirse olay bitmiş demektir. Çünkü tam üyelik görüşmelerinden her iki taraf için dönüş yok. \r\n\r\nGörüşmeler tamamlanınca Türkiye Avrupa Birliği'nin üye ülkesi olacak. \r\n\r\nEğer tarih belirlenmezse ne olacak?\r\n\r\nO zaman iş yukarda anlattığımız kaplumbağa öyküsüne dönecek. \r\n\r\nBöyle bir sonuç ve onun getireceği gelişmeler Yılmaz'ın tanımıyla tam bir felaket sanaryosu olur. \r\n\r\nBen her şeye rağmen bu kadar karamsar olmak istemiyorum.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nBu felaket senaryosunun gerçekleşmemesi aslında bizim elimizde. Ama ah bu Avrupa Birliği karşıtları yok mu?\r\n\r\n- Oy için ilerisini, gerisini düşünmeden APO'yu asacağım diye tutturanlar.\r\n\r\n- Türkiye bölünür paranoyasına tutulanlar.\r\n\r\n- AB'ye üye bir Türkiye'de çıkarları bozulacak, güçleri sona erecek olanlar.\r\n\r\n- Atatürk'ün gösterdiği muassır medeniyet hedefi ni anlayamayanlar.\r\n\r\n- Uygarlaşmak, çağdaşlaşmaktan korkanlar.\r\n\r\nİşte tüm bu unsurlar ülkenin yazgısını çıkmaz bir yola sürüklemek için var güçleriyle uğraşıyorlar.\r\n\r\nMesut Yılmaz Bunu aşmamız için dört siyasi kriteri yerine getirmemiz gerekiyor diyor ve bunları sayıyor: \r\n\r\n- İnsanlara ana dillerini öğrenme hakkını tanımak. \r\n\r\n- Kürtçe TV yayınına olanak sağlamak.\r\n\r\n- Ölüm cezasını kaldırmak. Avrupa'da bir tek bizde kaldı. \r\n\r\n- Kıbrıs'ta çözüm için olumlu adımlar atmak. \r\n\r\nYılmaz'a göre geldik, burada tıkandık. \r\n\r\nPeki bu tıkanıklığı aşamaz mıyız?\r\n\r\nYılmaz bu soruya şu yanıtı veriyor: \r\n\r\n- Aşarız ama bunun tek yolu var, o da halkı arkamıza almak. \r\n\r\nHalk, Cumhuriyet tarihinin Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki en yaşamsal kararı için ağırlığını koyarsa tüm engelleri kırıp bu zorlu kapıyı açarız. \r\n \r\n",
"Riberyden de bıktık bu kafalardan da... \r\nGÜNLERDİR Ribery ile yatıyoruz, Ribery ile kalkıyoruz. Bu futbolcuyu kaçırdığı için Galatasaraylılar, Başkan Canaydına ateş püskürüyor. \r\n\r\nOnu alaşağı etmek için toplantı üstüne toplantı yapılıyor.\r\n\r\nİyi güzel de, Canaydını devirip ne yapacaklar?\r\n\r\nGalatasarayın sorunu para. Geliri borca ve giderlere yetmiyor.\r\n\r\nBaşkanı devirmek için demeç üstüne demeç patlatanların hiçbirinin eli cebine gitmiyor.\r\n\r\nPara vermeden nasıl olacak bu iş?\r\n\r\nBu koşullarda Ribery de gider, öteki futbolcular da.\r\n\r\nBu parasal çöküntü içindeki Galatasaray, başa kim gelirse gelsin düzlüğe çıkamaz.\r\n\r\nBen ve sanırım pek çok insan, Riberynin adını duymaktan bıktık.\r\n\r\nGalatasarayı istemeyen adamı, Galatasaray da istememeli.\r\n\r\nKoca Galatasarayın yanında Ribery kim oluyor ki, birileri büyük bir camianın kaderini bu adama bağlı görüyor?\r\n\r\n* * *\r\n\r\nRiberyden, Denizlide benim canımı sıkan koyu bir ilkellik gösterisi olaya geçmek istiyorum.\r\n\r\nAvrupa uygarlığına girmeye layık olduğu iddiasındaki Türkiyeye yakışmayacak bir tutuculuk sergilendi Denizlide.\r\n\r\nOlay, kent çıkışındaki outlet mağazasında yaşandı.\r\n\r\nSunset mayolarını satan mağaza, vitrinine bir reklam afişi astırdı.\r\n\r\nDev afişte bir manken, Sunset mayosuyla poz vermiş.\r\n\r\nAfiş asıldıktan sonra umreden yeni dönen mağaza sahibine tehdit telefonları yağmaya başlamış.\r\n\r\nTelefonda gözdağı verenler şöyle demiş:\r\n\r\nSen orada kadın mı satıyorsun? Dini bütün bir Müslümansın, bu resimleri nasıl asarsın?\r\n\r\nMağaza sahibi bu telefonlardan korkup afişi indirmiş.\r\n\r\nOlayı duyan Sunsetin sahibi ise durumu şöyle değerlendiriyor:\r\n\r\nTakım elbiseyi nasıl erkek manken tanıtıyorsa, mayoyu da mayolu manken tanıtır. Denizlideki bu tepkiyi çok yadırgadım.\r\n\r\nYadırganmayacak gibi değil. Denizli tekstil ihracatında lider kentlerden biri. Yüz binlerce insan buradan ekmek yiyor.\r\n\r\nAma gelin siz bu çağdışı kafalara bunu anlatın.\r\n\r\nBen bu olayı çok endişe verici buluyorum.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nTürkiye bu iktidar anlayışının elinde ciddi bir geriye gidiş yoluna girdi.\r\n\r\nKadınların örtünmesini savunan bir kafanın, mayolu manken afişine tahammül etmesi zaten beklenemez.\r\n\r\nAynı kafa daha önce de Atatürk Havalimanındaki benzer bir afişi indirtmişti.\r\n\r\nSanırım bu iktidar, türbanlı reklam afişleriyle Türkiyeyi pazarlayabileceğini hayal ediyor.\r\n\r\nBu kafayla giderlerse bunlar turizmin de canına okuyacaklar.\r\n\r\nHerkes şunu iyi bilsin ki, İran, Suudi Arabistan görüntülerine bürünen Türkiyeye turist murist gelmez.\r\n\r\nAçık saçık diye reklamları kaldır, plajları izole et, içilmesin diye içkiye zam üstüne zam yap, her fırsatta aydın düşünceye set çek...\r\n\r\nBu işin sonu nereye gidecek?\r\n\r\nEl yordamıyla ülke yönetilemez. Bu ufuk darlığıyla bir yere varılamaz.\r\n\r\nHükümetin aklı fikri kaçak Kuran kurslarına af getirmek, türbanı serbest bırakmak, bütün liseleri imam hatiplere dönüştürmek, üniversiteleri kendi dünya görüşündeki insanların yönetimine terk etmek.\r\n\r\nGeçmiş iktidarları beğenmeyen, Biz tüccar siyaset yapıyoruz diyen AKP hükümeti, 2.5 yıllık iktidarında bu ülkeyi 100 milyar dolar daha borçlandırdı.\r\n\r\nBu oran, cumhuriyet tarihinin rekorudur.\r\n\r\nAKPnin en büyük başarısı da işte budur. \r\n",
"Neden TÜBİTAK \r\nBU sorunun yanıtını kurumun çalışanları bile bulamıyor. \r\n\r\nAncak bazı olasılıklar akla geliyor. \r\n\r\nGörünen birinci neden, AKP'nin kurumları ele geçirme planı. \r\n\r\nTÜBİTAK da bizim olsun, orayı da bizim insanlarımız yönetsin tutkusu. \r\n\r\n(Yani kendi kafalarındaki, onlar gibi düşünen insanlar.) \r\n\r\nYeni moda tanımlama ile Muhafazakár Demokrat olanlar. \r\n\r\n(Muhafazakár insanın nasıl demokrat olduğuna doğrusu ben bir türlü akıl erdiremiyorum, ama buna inananlar var.)\r\n\r\nİyi güzel, iktidar bu, istediğini yapar. \r\n\r\nAncak burada küçük, küçücük bir sorun var. \r\n\r\nBu iktidarın TÜBİTAK'ı yönetecek bilimsel birikimde ve yeterlilikte kadrosu yok.\r\n\r\nBu yüzden Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer işe el koyuyor ve onun önerdiği Prof. Nüket Yetiş TÜBİTAK'ın başına Başbakan tarafından atanıyor.\r\n\r\nBilim çevrelerine göre Prof. Yetiş'in bilimsel karnesi oldukça cılız. Uluslararası yayınlarda yayınlanan bilimsel makale sayısı 5'i geçmiyor. \r\n\r\nMakalelerinden yararlanan yabancı uzman ise hiç yok. \r\n\r\nAma TÜBİTAK gibi çok önemli bilimsel bir kurumun başına getirilen Prof. Yetiş'in bundan sonraki bilimsel performansı belki yükselebilir. \r\n\r\nMarmara Üniversitesi'nde çeşitli akademik görevlerde bulunan Prof. Yetiş dekanlık yaptı, rekörlük seçimlerinde aday oldu ama seçilemedi. \r\n\r\nÜniversite çevrelerinde dinci görüşleriyle tanınan ve bazı tarikatlara yakın olduğu söylenen Prof. Yetiş'in ilginç bir özelliği var, o da çağdaş ve modern görünümlü bir insan olması.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nİkinci neden de şu olabilir: Üniversitelerde eli kalem tutmayanlar olarak tanınan, bilimsel liyakatları yeterli olmayan bir kesim var. \r\n\r\nAKP ile aynı dünya görüşünü paylaşan bu kesimin en büyük ideali TÜBİTAK ve benzeri bilim kurumlarında görev almak.\r\n\r\nBunlar oralarda çalışarak bilimsel saygınlık kazanmayı hep isterler.\r\n\r\nÜçüncü olarak, TÜBİTAK'ın 2 bin kişilik kadrosunun iktidarın iştahını kabartması. \r\n\r\nBir dördüncü olasılık da şu olabilir: Kurumun yıllık bütçesi 300 trilyon lira. \r\n\r\nBu paranın 100 trilyon lirasını TÜBİTAK yürüttüğü projelerden kazanıyor. \r\n\r\nİktidar bu bütçeyi yönetmek isteyebilir.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nTÜBİTAK'ta çalışanların kanısı, kurumun iktidar tarafından ele geçirildiği yönünde.\r\n\r\nBana göre de TÜBİTAK gitti. \r\n\r\nBundan sonra iflah olmaz. Çünkü bu bilimsel kuruma siyaset sokuldu.\r\n\r\nBundan daha önemlisi, dünya bilim çevrelerinde saygın bir yeri olan bu kurumun bundan sonra özelliğini yitireceği. \r\n\r\nZaten iktidar, kurumun boşalması için çok akıllıca bir karar daha aldı. TÜBİTAK'ta çalışan bilim adamlarına verilen ücreti, asgari ücretin bile altına indirdi. \r\n\r\nBu da TÜBİTAK'a bilimsel saygınlık ve verimlilik kazandıran yetenekli ve nitelikli bilim adamlarının kurumdan ayrılması demek.\r\n\r\nZaten iktidarın da istediği bu.\r\n\r\nBu operasyonla TÜBİTAK'ın bilimsel verimliliği düşecekmiş, kurumun yürüttüğü çok önemli ve gizlilik içeren projeler yarım kalacakmış, bunlar AKP iktidarının pek umurunda değil.\r\n\r\nAKP soruna benim kurumum, benim olmayan kurum olarak bakıyor.\r\n\r\nVe cumhuriyetin bütün kurumlarını ele geçirip kendi kurumu haline getirmek için kararlılıkla yürüyor. \r\n",
"Çok uzaklardaki bize yakın Ermeni \r\n \r\n\r\n \r\nTÜM beyin işlevlerini ve enerjilerini, iki milletin barış içinde kucaklaşmalarına değil de, kin ve düşmanlık içinde birbirlerinin gırtlağına sarılmalarına harcayanların o gece, o salonda olmasını isterdim. \r\n\r\nElimde güç olsaydı bizden çok uzaklarda, Amerika'da doğup büyüyen udi Hagopian'ın, Türk-Ermeni İş Konseyi Başkanı Kaan Soyak'ın büyük gayretleriyle düzenlenen konserinde en ön sıraya dizerdim hepsini... \r\n\r\nBiraz insanlık öğrensinler, Türk ve Ermenilerin nasıl birbirlerinden kopamayacak kadar birbirlerinin kopyaları olduklarını görsünler diye...\r\n\r\nRichard A. Hagopian şimdi 65 yaşında. Türkiye'ye ilk kez geliyor. Maraş'tan göçen dedesinden, babasından öğrenmiş Türkçe'yi. \r\n\r\nTürk müziğini de kendisini bir üstat yapan hocası udi Hrant'dan...\r\n\r\nHagopian ve oğlu, (baba ud, oğlu keman çalıyor) udi Hrant'ın 100. doğum yıldönümü anısına cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi'nde verdikleri konserde ünlü udinin bestelerini Türkçe ve Ermenice seslendirdiler. \r\n\r\nYaşamdaki en büyük düşüm bir gün Hrant'la İstanbul'da birlikte çalmaktı. Kısmet bugüneymiş diyen Hagopian iki milletin genlerinin nasıl tıpatıp birbirine uyduğunu kanıtlıyordu sahnede. \r\n\r\nTürkiye'den binlerce kilometre uzakta, hiç görmediği Anadolu'yu bu kadar eksiksiz ve kusursuz yaşayabilmek Türk-Ermeni kardeşliği düşmanlarının anlayabileceği bir olgu değil kuşkusuz. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nTürk musikisine sayısız eserler veren ünlü udi Hrant'ın öğrencisi olan Hagopian şarkı söylerken kusursuz Türkçesi, uda hükmedişindeki ustalıkla salonu dolduranları soluksuz bıraktı. \r\n\r\nHagopian'a eşlik eden ve konserin birinci bölümünde Ermeni bestekárların eserlerini seslendiren TRT sanatçılarından oluşan Lalezar Grubu da mükemmeldi. \r\n\r\nHagopian'la öyle bir uyum içinde çaldılar ki sanki yıllardan beri yan yanaydılar. Oysa ilk kez bir araya gelmişlerdi. \r\n\r\nBen cumartesi gecesi o konseri yaşadıktan sonra Türk ve Ermeni toplumlarının birbirlerine düşman olamayacaklarına daha güçlü bir şekilde inandım. \r\n\r\nKim ne yaparsa yapsın, ne kadar kötülük tohumları saçarsa saçsın, en az bin yıl iç içe yaşamış, gelenekleri, görenekleri, sevgileri, hüzünleri, duyguları, zevkleri, keyifleri tıpatıp aynı olan bu iki toplum asla düşman olamaz.\r\n\r\nOnlar Anadolu'nun hoşgörüyle, sevgiyle, sabırla harmanlanmış toprağında doğup büyümüşler. \r\n\r\n\r\nNOT YORUM\r\n\r\n\r\nSaadet Partisi Konya Milletvekili Lütfü Yalman Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in uzun devlet hizmetinde eşiyle birlikte yaptığı birikimlerle satın aldığı villasını soruşturacağına Balgat'taki kendi Hoca'sının, alt alta yazıldığında sayfalar tutan mallarının kaynağını sorsun. \r\n\r\nAvrupa Birliği ikide bir Türkiye'ye atıp tutan komiser Verheugen'in babasının çiftliği değil. Türkiye, Avrupa Birliği'ne üyeliğine bir komiserin karar vermeyeceği kadar büyük bir ülke. Verheugen boşuna sürece gölge düşürmek için çırpınıp durmasın. Kendi küçülüyor.\r\n\r\nDoğrusu UEFA beni yanılttı. Galatasaray-Roma maçı için bu kurumdan beklenmeyecek kadar dürüst bir karar verdi. UEFA'yı kutlarım. Ama onlardan daha fazla maçın Yunanlı gözlemcisini kutlarım.\r\n \r\n",
"Erdoğanın kullandığı muamma sözcük \r\nCHP İstanbul Milletvekili Bülent Tanla Başbakan Erdoğanın cumhurbaşkanlığı seçimi için yaptığı konuşmadaki şu cümleye, daha doğrusu cümledeki bir sözcüğe dikkatimi çekti:\r\n\r\nBu parlamento bu görevini (cumhurbaşkanı seçme) gayet asil bir şekilde yapacak, onlara (CHPlilere) gereken dersi vakti geldiğinde verecektir. Bu böyle biline... \r\n\r\nBu cümledeki muamma sözcük Asil. \r\n\r\nBu sözcükle Başbakan neyi anlatmak istiyor?\r\n\r\nVakti gelince AKP Ali Topuzun tanımladığı gibi bir Mollayı mı cumhurbaşkanı olarak seçecek, yoksa kamuoyu tarafından yadırganmayacak tarafsız bir ismi mi Çankayaya gönderecek?\r\n\r\nBülent Tanla, Başbakan Erdoğanın asil sözcüğüyle AKPnin ülkeyi germeyecek bir ismi cumhurbaşkanı seçeceğini ima ettiğini söylüyor. \r\n\r\nÇok önemli bir noktanın daha altını çiziyor:\r\n\r\nAKP grubu cumhurbaşkanı seçiminde 1 Mart Tezkeresinden çok daha duyarlı bir şekilde hareket edecek. Böylece AKPde ortak aklın egemen olacağı görülecek.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nCumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının çok erken başladığı yolundaki değerlendirmeler yaygın.\r\n\r\nBaşbakan Erdoğan da buna katılıyor, yapılacak çok işleri olduğunu, vakti zamanı gelince asil bir şekilde bu işi halledeceklerini söylüyor.\r\n\r\nPeki, Başbakanın gönlünde cumhurbaşkanı seçilip Çankayaya çıkmak yatmıyor mu acaba?\r\n\r\nTanlanın bu konudaki görüşü şöyle: \r\n\r\nTayyip Bey aday olmaz. Eğer olursa AKP seçime Tayyip Beysiz katılmak zorunda kalır. AKP bu durumda iktidar olacak kadar oy toplayamaz. Çünkü Tayyip Beyin popülaritesi AKPnin 10-15 puan önünde.\r\n\r\nBir de şu var: Tayyip Bey parlamento yaşamının daha başında sayılır.\r\n\r\n2007 Kasımında yapılacak normal seçime kadar çok büyük olumsuzluklar yaşanmazsa önünde uzun bir siyasi yaşam var. \r\n\r\nCumhurbaşkanlığı ise siyasal yaşamı noktalamayı gerektirir. \r\n\r\nTanlanın vurguladığı gibi Tayyip Beyin cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile sadece kendi siyasi yaşamı noktalanmayacak, AKPnin iktidar şansı da azalacak. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nBurada Demirelin Elinde cumhurbaşkanı olacak gücü tutan bir politikacı bu fırsatı kullanmamazlık etmez yaklaşımı doğrudur ama bu Tayyip Bey için geçerli olabilir mi?\r\n\r\nÇünkü Erdoğan henüz 51 yaşında. 53 yaşında cumhurbaşkanı seçilecek. 7 yıl sonra, yani görevi bittiğinde yaşı 60 olacak. \r\n\r\nYani 60 yaşında 11. cumhurbaşkanı olarak köşesine çekilmek zorunda kalacak.\r\n\r\nErdoğan için gerçekten çok zor bir seçim. \r\n\r\nEğer Türkiye bu arada başkanlık sistemine geçerse o zaman iş değişir ve Tayyip Bey cumhurbaşkanlığına hiç düşünmeden aday olur. \r\n\r\nAncak başkanlık sistemine geçmek bugün ve yakın gelecekte Türkiye için olası gözükmüyor.\r\n\r\nCemil Çiçekin Belli odaklar AKPyi bölmek istiyor değerlendirmesi ise Tayyip Beyin siyasi yaşamına nokta koyup Çankayaya çıkması durumunda gerçeklilik kazanabilir.\r\n\r\nTayyip Beysiz bir AKP, çıkacak iç çekişmeler ve genel başkanlık kavgaları nedeniyle kaosa sürüklenmekten kolay kolay kurtulamaz. \r\n",
"Beşiktaş maçının düşündürdükleri \r\nBİR konuşma için bir koşu Almanya'nın Ousburg kentine gidip geldim. \r\n\r\nCumartesi günü İstanbul'u karlar altında bıraktım. Stuttgart'ı, oradan geçtiğim Ousburg'u tertemiz görünce biraz şaşırdım doğrusu. \r\n\r\nAncak akşama doğru kar başladı. \r\n\r\nO sırada ben arkadaşlarımla birlikte bir bira evinde özel yapılmış Pils ve Alt tipi nefis biralar içiyordum.\r\n\r\nDışarı çıktığımızda her taraf bembeyazdı. \r\n\r\nAma ne trafik sıkıştı, ne kent halk yollarda perişan oldu, ne elektrikler kesildi, ne kaloriferler söndü, ne de musluklar kurudu.\r\n\r\nBir iki saat içinde beyazlara bürünen tarihi Ousburg bir gelin gibiydi. \r\n\r\nMeğer kar ne kadar güzelmiş.\r\n\r\nBir günlük gezinin sonunda vardığım kanı şu oldu: Almanya'daki aşırı düzen de, Türkiye'deki aşırı düzensizlik de insanın canını sıkıyor. \r\n\r\nDönüş yolunda gazetelerden Beşiktaş'ın başına gelenleri okudum. \r\n\r\nZaten Türkiye'den ayrılmaya hiç gelmiyor. Bir günde ortalık karışıveriyor. \r\n\r\nAkşam (pazartesi) Beşiktaş olayını anlayabilmek için TV başına oturdum. \r\n\r\nİzleminlerim dürüstçe aktarmam gerekirse şöyle: \r\n\r\nHakem gösterdiği kırmızı kartların tümünde doğru karar vermiş. \r\n\r\nBeşiktaşlılar sakın kızmasınlar. Görüntüleri tekrar tekrar izlesinler, bu hakkı teslim edeceklerdir. \r\n\r\nAncak, hakem yine de hatalıdır. \r\n\r\nÇünkü, maçı yöneten insanın tek görevi düdük çalmak ya da ceza vermek değildir. \r\n\r\nOyunun psikolojisini de düşünmek zorundadır. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nDünyanın hiçbir ülkesindeki hiçbir maçta kart göstererek, futbolcu atarak otorite kurmaya kalkan hakem başarılı kabul edilemez. \r\n\r\nHakemin en önemli görevlerinden biri de futbolcuların sinir sistemini maç boyunca sağlıklı tutabilmektir. \r\n\r\nHakem Cem Papila maçı yönetirken bu oyunun insanlar tarafından oynandığını, insanların davranışlarını da sinir yapılarının belirlediğini unuttu. \r\n\r\nPsikolojisi bozulan insanların her türlü akıl ve mantık dışı hareketler yapabileceğini düşünemedi. \r\n\r\nOlgun bir hakem maç başlar başlamaz futbolcuların gerginliğini sezebilmeli, ona göre davranmalıdır. \r\n\r\nCem Papila bunu başaramadı. \r\n\r\nDoğrusu Beşiktaş teknik adamları da başta Lucescu olmak üzere hakemin bu eksiğini giderecek bir tutum içinde olmadılar. \r\n\r\nHatta sahadaki futbolcularının öfke ateşinin üzerine körükle gittiler.\r\n\r\nSonuçta Beşiktaş gereksiz ama çok ağır bir darbe yedi. \r\n\r\n* * *\r\n\r\nBiraz seyircinin psikolojisine de değinmek istiyorum. Türk futbol seyircisi (tümü) yenilgiyi kabullenmek olgunluğuna henüz erişemedi. \r\n\r\nYenilginin ardında daima öfke duyacağı mazeretler arıyor. Bulamazsa yaratıyor. \r\n\r\nMaç boyunca bu psikoloji hiç aralıksız sürüyor. Hakemin her kararına, rakip futbolcunun her davranışına karşı öfke gösterisinde bulunuyor. \r\n\r\nEline ne geçerse sahaya fırlatıyor, önce hakeme, sonra rakip takıma, basına, daha da hızını alamazsa kendi futbolcusuna ve yöneticisine basıyor kalayı. \r\n\r\nBana göre Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili de bu öfke baskısıyla rahat konuşamadı. Sağlıklı değerlendirmeler yapamadı. Onu anlıyorum. \r\n\r\nAma Lucescu'yu anlayamıyorum. \r\n\r\nDemek ki, bir futbol adamından beklenmeyecek kadar üst kültür çizgisine sahip bir insanı da kendi psikolojimize sokmayı başarmışız. \r\n",
"1960'taki Türk filmleri hálá etkili \r\nBAŞBAKAN ve iki bakanın türbanlı eşlerinin Amerika'da yarattığı imaj, modern Türkiye imajıyla uyuşmuyor. \r\n\r\nEmine Erdoğan, Hayrunisa Gül ve Zeynep Babacan'ın Arap geleneklerine göre örtünmelerinin, modern Türk kadınının giyimiyle uzaktan yakından ilgisi yok.\r\n\r\nEmine, Hayrunisa ve Zeynep hanımlar, Atatürk Türkiye'sinin görüntüsünü yansıtmıyorlar. \r\n\r\nDüşündürücü olan, Türkiye'nin 80 yıl sonra böyle bir imajla Batı'nın karşısına çıkması. \r\n\r\nSöylenecek bir şey yok... \r\n\r\nBen aslında türbanla ilgili Anadolu'dan bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. \r\n\r\nBir iki ay önce Malatya'ya gitmiştim. Orada iki fabrika gezdim. Biri kayısı paketleme, öteki de bir konfeksiyon fabrikasıydı. \r\n\r\nİki fabrika arasında ilginç farklılıklar vardı. \r\n\r\nKayısı fabrikası, tümü kadın olan geçici işçi çalıştırıyordu. \r\n\r\nHemen hepsi çevre köylerden gelen genç kız ve kadınlardı. \r\n\r\nHepsinin de başı örtülüydü. \r\n\r\nAma bu örtünmenin simge olarak kullanılan türbanla alakası yoktu.\r\n\r\n* * *\r\n\r\nHepsi tülbent bağlamışlardı başlarına. Saçlarının yarısı açıktaydı.\r\n\r\nYani geleneksel şekilde örtünmüşlerdi. Siyasi İslam veya tarikatla bağlantılı değildi. \r\n\r\nBiz fabrikayı gezerken herhangi bir rahatsızlık da duymadılar. \r\n\r\nSorduğumuz sorulara gayet uygarca yanıtlar verdiler. \r\n\r\nKonuşmama, yüzünü saklama ve kaç-göç kesinlikle olmadı. \r\n\r\nTarikatların bütün zorlamasına karşın Anadolu kırsalında kadınların Arap geleneklerine göre örtünmeyi reddettiğini bir kez daha gördüm.\r\n\r\nKonfeksiyon fabrikasına gelince...\r\n\r\nOrada türban egemendi. \r\n\r\nİlginç olan, bu genç kızların tümü de Malatya'nın içindendi.\r\n\r\nDemek ki siyasi İslamcılar kent varoşlarında etkililer.\r\n\r\nBizi gezdiren Malatya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mücahit Fındıklı, çok ilginç şeyler anlattı. \r\n\r\nModern fabrikaların Malatya'da kurulması için büyük uğraş vermişler. \r\n\r\nHatta bu fabrikalara işçi seçme işini de oda üstlenmiş.\r\n\r\nAncak bu seçimlerde çok zorlanmışlar. \r\n\r\nÖzellikle babalar, kızlarının konfeksiyonda çalışmasını istemiyorlar, Başka bir iş olsun ama ille de konfeksiyon olmasın. Kızımı konfeksiyona göndermem diyorlarmış.\r\n\r\nBunun nedenini araştırmışlar ve bulmuşlar. Fındıklı şöyle anlatıyor:\r\n\r\nSonunda çözdük, babaların neden kızlarını konfeksiyona vermek istemediklerini. Bilirsiniz 1960'lı yıllarda çevrilen Türk filmleri hep fakir kız, zengin oğlan veya tersi konuları işlerdi.\r\n\r\nFakir kızlar da genellikle konfeksiyonda çalışırlardı. Bunların birçoğunun başına da tatsız olaylar gelirdi. Kimi pavyona düşer, kimi de zengin adamlara metres olurdu. Veya zengin oğlanın ailesi konfeksiyonda çalışan kızı gelin olarak istemezdi.\r\n\r\nO dönemin Türk filmleri öylesine etkilemiş ki halkı, aradan yıllar da geçse babalar kızlarını konfeksiyona vermek istemiyorlarmış. \r\n\r\nSinema korkunç etkili bir silah.\r\n\r\nFındıklı mutlu sona nasıl ulaştıklarını da şöyle anlattı:\r\n\r\nNeyse, çok uğraştık ama sonunda başardık. Bunun film olduğunu, gerçekle ilgisi bulunmadığını anlattık günlerce. Sonunda hepsi kızlarının çalışmasına izin verdi. Bugün artık modern bir fabrikada çalışmanın değerini hem genç kızlar, hem de babalar anladı. Şimdi hepsi çok mutlu. \r\n"
] |
[
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu",
"ttu"
] |
["Hekimin reçetesinden elinizi çekin \r\n \r\nBURSA'dan Dr. Kenan Ergus, SSK Genel Müdürl(...TRUNCATED)
| ["yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yba","yb(...TRUNCATED)
|
["Af diyalogları \r\n \r\n \r\n \r\n- Sindiremedim Hüsamettin.\r\n\r\n- Beyefendi şu Si(...TRUNCATED)
| ["psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","psu","ps(...TRUNCATED)
|
["Sezer: Kürtçe yayın TRT-GAP'tan yapılsın \r\n \r\n\r\n \r\nMİLLİ Güvenlik Kurulu'nun(...TRUNCATED)
| ["msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","msa","ms(...TRUNCATED)
|
["Terim damgası \r\n \r\n\r\n\r\nGrupta birincilik şansını yitirmiş, tek hedefi ikincilik ol(...TRUNCATED)
| ["gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gur","gu(...TRUNCATED)
|
["İsviçreli Alpay!\r\n\r\nFatih Terim, Shakespeare'in \"Korkaklar her gün ölür, cesurlar ise bi(...TRUNCATED)
| ["lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","lev","le(...TRUNCATED)
|
["G.Saray ve Wolfsburg! \r\n\r\n \r\n \r\n\r\nGeçen hafta başkentte Ankaragücü karşısında izl(...TRUNCATED)
| ["tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","tal","ta(...TRUNCATED)
|
["Bizim mecliste Dumanın dokunulmazlığı var\r\n\r\nTelevizyon her daim açık ama sesi kısık(...TRUNCATED)
| ["ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","ebr","eb(...TRUNCATED)
|
["Atatürk futbol yorumcusu!\r\n\r\nSanıyorum ki okuyunca çok şaşıracaksınız. Ben de dinledi(...TRUNCATED)
| ["kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","kaz","ka(...TRUNCATED)
|
["Hayal gücü tırmanması \r\n\r\n \r\n \r\n\r\nKatımızda korkunç bir koku peyda oldu. Öyle b(...TRUNCATED)
| ["tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tug","tu(...TRUNCATED)
|
End of preview. Expand
in Data Studio
README.md exists but content is empty.
- Downloads last month
- 6